31 Ocak 2011 Pazartesi

Para Para Para

Kocaman kocaman balonlar. Adam öyle güzel süslemiş ki standını, kaç yaşına geldim benim bile dikkatimi çekiyor. Bir çocuk yan tarafında standın, annesinin eline sıkıca yapışmış, bas bas bağırıyor. Kırmızı da kırmızı, sıpaydır men de sıpaydır men. Annesi eğiliyor bir şeyler söylüyor çocuğa, çocuk kendini yere atıyor, çığlık çığlığa. Bu manzarayı avm’deki herkes görüyor. Kadın utanıyor, çocuk kararlı. Sonunda almak durumda kalıyor kadın, çocuk artık mutlu.

Ulus pastanesi önü, bundan seneler seneler evvel, Bursa. Annemle çarşıya çıkmışız. Çarşıya çıkmak diye bir şey var o yıllarda. Aylık ihtiyaçlarımızı annem, anneannem ve kardeşimle birlikte çarşıdan alıyoruz. Annem çıkmadan evvel bizimle konuşuyor, bana Sebatlı’dan ayakkabı alacak, kardeşime de raptiyeli araba. Bunun dışına çıkmayacağımızı anlatıyor, tamam diyoruz. Ayakkabımı ben seçiyorum, böyle pullu kokoş bir şey, kardeşimde raptiyeli bir araba alıyor. Dolmuşa binmek için Heykel’e yürüyoruz. Tam Ulus Pastanesi’nin önünden geçerken annemin elini daha bir sıkıyorum. Ulus pastanesinde şemsiyeli çikolata satılıyor çünkü ve ben o çikolataya bayılıyorum çünkü. En masum bakışımı fırlatıyorum annemin yüzüne, sıcacık bir muzip gülümseme ile. Annem diyor ki, şimdi ikinize şemsiyeli çikolata alacağım ama eve gidince açacaksınız, yolda yemek yasak biliyorsunuz. Ayrıca eve gidince kim oyuncaklarını ortadan erken toplarsa önce onunkini vereceğim. Annemi çok seviyorum…

Kızım üç yaşında oğlum iki; para kazanmak, para harcamak ya da para ne demek gibi soyut bir kavramı hiç öğretmedik. Şunu biliyor ama beraber markete gidiyoruz, alışveriş yapıyoruz sonra kasada sıramızı bekliyoruz aldıklarımızı kasiyer ablaya veriyoruz o da cırt diye özel bir aletten geçiriyor ve bizde aldıklarımızın bedelini ödeyip evimize dönüyoruz. Üst komuşumun bir oğlu var, karı-koca bankacılar. Çocuk paranın içinde büyüyor yani : ) Onunla konuştuk geçenlerde ne yapıyorsun öğrettin mi para kavramını diye, dedi ki öğrenmemesi imkansız zira paranın içinde büyüyor bizimki. Şaka bir yana şöyle bir yöntem uygulamış, anlattı :

 
Oyun parkına gitmişler bir avm’nin. Orada öğretmişler. Babası demiş ki; bak oğlum sadece iki jetona yetecek kadar bir para ile geldik, bunları dilediğin oyuncakta kullanabilirsin. Tolga’da bu hakkını bovling ve trende kullanmış. Sonra oyuncakçıya girmişler annesi demiş ki oğlum sadece bir oyuncak alma hakkın var, hangisini istersen onu al. Gitmiş Tolga’ da kendine bir kamyon almış. O sırada pahalı başka bir helikopter beğenmiş, yaklaşık yüz lira civarındaymış. Annesi alamayacağını anlatmış, yanında o kadar parasının olmadığını söylemiş eve gidene kadar da dikkatini dağıtmış. Eve gidince düşünmüşler ve bir kumbara almaya karar vermişler. Ertesi gün kumbara alıp vermişler Tolga’ya, kısa bir açıklama da yapmışlar. Tolga’ya artık harçlık vereceklerini dilerse parasının bir kısmını buraya aktarabileceğini ve biriken paralarıyla helikopter alabileceğini söylemişler. O hafta her alışverişinde Tolga bir şey talep ettiğinde isterse alabileceklerini ama helikopter için kumbaraya atmasının da bir seçenek olduğunu hatırlatmışlar. Bizimki bir şey isteyince artık ellerini başına götürüp saçını kaşır olmuş : ) Sonraki hafta hemen karşılığını bulsun öğrenmesi pekişsin diye babası Tolga’ya kumbarayı da yanına alıp oyuncakçı’ya da göz kırparak; Bak Tolga artık biriktirdiğin paralarla istediğin helikopteri alıyorsun, demiş. Bizimki çok gururlanmış tabi kendisiyle. Bu arada Tolga ile kızımın arası sadece altı ay. Altı ay daha büyük Tolga.

Bana mantıklı geldi, öğretmeyi ve gündeme almayı düşündüm. Evde konuşacağım kocamla, bir karara varıp belki bundan sonra kızıma bende bir kumbara ile harçlık vermeyi düşünebilirim. Şimdilik alışverişe çıkmadan neler alacağımızı söylüyorum sadece. İşe de yarıyor, örneğin Pazar günleri çıkarız genelde kızım sadece sana bir kitap kardeşine de bir araba alacağız derim, tamam der, dikkatini çeken bir şey olmazsa aklına gelmez bir şey talep etmek. Lakin yazının başnda belirttiğim kırmızı sıpaydır menli kırmızı balon isteyen çocuk gibi olmasını da düşünemiyorum hiç. Oğluş’ da hiç işe yaramıyor bu yazdıklarım. Anlamıyor doğal olarak. Yine bir Pazar Ikea’da o hani krema şeklinde dondurmalar var ya onlardan almış yalayan kendi yaşlarında bir çocuk görmüştü. Kaşla göz arasında çocuğun dondurmasından o da yalayıvermişti bir kez. Çok gülmüştük.

Aslında düşünüyorum, en masum kısmı işin şu aşama. İlerde neler yaşayacağız kim bilir. Nerede okuduğumu hatırlamıyorum, bulayım onu da ekleyeceğim zira konu çok kapsamlı. Beş yıldızlı çocuklar yetiştiriyoruz. Çevreme bakıyorum, sürekli yazdığım sosyal paylaşım sitelerindeki arkadaşlarıma bakıyorum. Hepimiz çocuğumuza en iyisini veriyoruz, ben dahil. Her şeyin en’i. En iyi okulu arıyoruz, en iyi ayakkabıyı seçiyoruz, en iyi kıyafeti almaya çalışıyoruz, oyuncağın en iyisine gidiyor elimiz…Bu kadar en’lerin içinde büyütüyoruz yavrularımızı. Aslında ilk etapta düşününce bir sıkıntı yok değil mi? Peki, hiç şu açıdan yaklaştınız mı? Ben yaklaşmadım sadece okuduğum bir yazıya istinaden düşün-müştüm-üyorum:

Şimdi bu kadar en’lerin içinde büyüyen bir yavru nasıl bir ego ile yetişir? En iyi ayakkabıyı giymiş, en marka kıyafetlerle dolaşmış, en iyi okullara gitmiş, her şeyin en’ini alan çocuk. İlerde hayat ona hep en’leri mi verecek? Bizim sunduğumuz hayatı yaşayamayacaklar ki. Tatminsizlik sorunu yaşamazlar mı? Hangi diploma tatmin eder bu en’lere alışmış beş yıldızlı çocukları, hangi maaş tatmin eder, hangi ortamda mutlu olur? Bir cep telefonu markası için birbirini değerlendiren bir dejenere gençlik var hali hazırda dikkatinizi çekiyor mu? Aaa senin ayfonun yok mu, yoksa şu kıçındaki livays değil mi, inanmıyorum çakma konvers mi o ayağındakiler diyen neslin farkındayız değil mi?

Şu an için gündemimizde değil bu konu lakin aklımı karıştırmıyor da değil hani. Ben bunu sonra düşüneyim ve yazıyı bu dejenere bulduğum yeni nesil egosu tavan gençlerden iki replikle bitireyim:

Pelinsu, sana inanamıyorum feyse koya koya elinde siyah ayfonlu fotonu koymuşsun, canımın içi üzerindeki zara tişörtün pembe, hiç uymuş mu? Pembe telefonlu resmini koy, başını da yana eğ cicim. Aaaa ama.

Pelinsu’nun annesi olsam o ayfonu almam valla, parasından değil sırf güvenlikten: ) Yahu bu memlektte insanlar elli lira için adam kesiyorlar, o telefon kaç para, kapkaççısı var hırsızı var, aman allahım ne cesaret.

13 Ocak 2011 Perşembe

Sarkık Memeler

Yeni doğan yoğun bakım ünitesinin girişi,
Aylardan ekim,
Yıllardan 2007,
Sımsıcak bir hava, sanki yaz ayı,
Lakin tir tir titreyen bir beden,
Ben…

Öyle çok endişeliyim ki, dört gündür süt sağıp sağıp yolluyorum bu üniteye, kızımın biberonla beslendiğini duydukça seviniyorum. Zira yoğun bakımdaki üçüncü günü formül mamayı reddetmiş, kusmuş, tıkanmış ve maalesef müdahele edilmek zorunda kalmış, midesi yıkanmış. Anne sütü hayat meselesi haline geldi şartlarımız gereği. Emzirme hemşiresi son notlarını tekrarlıyor, girmeye hazırız içeri.

Steril önlüğü giyiyorum, ayakta durmakta zorlanıyorum dikişlerim henüz alınmadı. Sonra ellerimi yıkıyorum özel bir deterjanla, başıma da boneyi geçiriyor hemşire artık hazırım. Küvöz koridorun en sonundaki. Yavaş yavaş ilerliyoruz, her seferinde aynısı olur mu, oluyor, gözlerim doluyor, boğazım düğümleniyor, tutamıyorum kendimi, ağlağım evet. Uyuyor benim pıncırık kızım, uyuyor benim papatya kızım, bebek ve soyadımız yazıyor, allahım nasıl olacak. Küvozun önüne sandalye getiriyorlar, oturtuyorlar beni, hemşire yeniden anlatıyor, dinliyorum ama anlayamıyorum. Bir şeyler mırıl mırıl konuşuyor ama gözlerim küvözde, yüreğim parça parça. Üşümez mi diyorum, battaniyesiyle örteceğiz diyor, sadece bezle duruyor orada, ah yavrum benim, yürek ağrım. Sonra göğsümü açıyoruz, ardından küvözün kapağını kaldırıyor, kucaklıyor kızımı, uyanıyor yavrum. Sonra kucağıma veriyor, tutumayı beceremiyorum. O an nasıl kızıyorum kendime, insan evladını tutamaz mı, tutamıyorum bir türlü. Ardından her şeyi akıl ettiğimi lakin yeni doğmuş bir bebeği kucağımda nasıl tutacağıma çalışmadığımı farkediyorum. Bunu nasıl düşünemem. Derken tutabiliyorum gözlerim onda, gözlerini açmış göz gözeyiz.

Ben senin annenim kızım, seni ben doğurdum yavrum benim, aç gözlerini bir tanem, korkma annecin burada, seni çok seviyorum kuzum benim. Papatya kızım, çilek kızım, çiçek kızım, bebeğim,,

Hem bu kelimeler çıkıyor dilimden hem ağlıyorum, hemşire de benimle birlikte. Şimdi göğsüne koyacağız bakalım emebilecek mi diyor, ben titriyorum. O an nasıl bir azim, nasıl bir heves, bu işi başarmalıyım duygusu tarif edemem. Bir mucize gerçekleşiyor, kızım benim mememe yapışıyor ve cok cok emiyor. Hemşire oldu diyor tutabildi meme ucunu, nasıl gururluyum, nasıl mutluyum, oldu mu diyorum yeniden hemşireye, evet diyor bakın nasıl da emiyor.

Dünyanın en şanslı kadınıyım ben, bir kızım oldu minnacık ve beni emiyor, evet dünyaları ben yarattım havasındayım, gurur duyuyorum kendimle. Kucağımda şimdi cok cok, arada duruyor, yoruluyor sonra kaldığı yerden devam. Bir yandan bacağı açılıveriyor battaniye düşüyor, panikliyorum üşüyecek diye, hemşire yetişiyor yardıma, örtüyor kızımı. Böyle yaklaşık 15 - 20 dakika emişiyoruz. Kesinlikle dünyalar benim.

-Üç ay sonra-

Saat kaç, kim uyandı sen mi kızımız mı? Tamam uyandım, gece lambasını yakma koridorun ışığı yeter canım. Uzanıyor bambu pusete kocam, hala yatağın o tarafında kocam uyuyor, alıyor kızımızı veriyor bana uyandıramıyorum pıncırığı. Babası alıyor kucağına topuklarını hafifiçe sıkıyor, papatyam mırk mırk, uyanıyor. Hemen göğsüme alıyorum yeniden cok cok cok cok başlıyoruz emişmeye. Bu manzarayı çok seviyorum, kocamın hiçbir işi olmamasına karşın bu saatte bu emzirme seramonisine katılmasını çok anlamlı buluyorum, iliklerime kadar aile olduğumuzu hissediyorum. Uyuyakalıyor, babası yine alıyor kucağımdan, yatırıyor omzuna iki pıt pıt, gork gazı da çıkıyor, sonra sepetine. Papatyam mışıl mışıl.

- Dört ay kadar sonra –

Yeniden gebeyim, şartlarımıza göre takibimi yapan iki doktor da emzirmeyi kesmem gerektiğini söyledi. Bu ‘haksızlık yapıyorum’ hissinden kurtulamıyorum.Sürekli erteleme halindeyim. Biberona bakıp bakıp ağlayasım var, ne karışık duygular öte yandan karnımı okşuyorum. Nihayetinde kızıma haksızlık yapa yapa biberona ve formül mamaya geçiş yapıyoruz, kerata hiç zorlanmadan biberonu kabul ediyor ya nasıl bozuluyorum. Memelerim dopdolu, canım yanıyor ve kolumu kaybetmiş kadar eksik hissediyorum kendimi.

- Yedi ay kadar sonra –

Bir kere de yapıştı ya memeye, ne kararlı bir bebek. Hem de ne yapışmak, hiç teklemeden buldu ve anında başladı cok cok emmeye. Sütümü kendi azmiyle getirdi. Bu çocuk son derece kararlı olacak, ilk tanışmamızda tespitim budur. Hazretleri ememde uyuyor, gazını bile çıkarttırmıyor öyle tiz bir çığlık ki sıkısysa çıkar gazını. Çok özlemişim emzirmeyi, çok.

- İki ay kadar sonra –

Çözümünü bulamadığım tek şey kızımın delici bakışları. Oğlumu emziririken bana öyle bir bakış atıyor ki yüreğim sıkışıyor. Çareyi oğlumu emziririken kızımı kucağıma alıp onun birberonunu tutmak da buldum, bir elim daha olsa bu sırada saçlarını da okşayacağım kızımın ama sadece iki elim var.

- Oğlum 18 aylık –

Emzirmeyi bırakmayı hiç düşünmüyorum. Kararı ona bırakıyorum. Bazı kaynaklar da çocuğun bireyselleşebilmesi için emzirmeyi çok da uzatmamak gerektiği yazıyor kulaklarımı tıkıyorum. Öte yandan ek gıdalarla sorunluyuz öyle çok iştahlı bir bebek değil, tercihi hep anne sütü oluyor. Bir yandan anne sütünü sadece bu yıllarda alacak lakin diğer gıdalar ömür boyu ona amade gibi bir motto belledim, onu sıkı sıkı uyguluyorum. Öyle düşkün ki memeye, kıyamıyorum.

- Oğlum 2 yaşında –

Geçen haftalarda bırakmayı düşündüm, hastaydım eve gitmedim bir gece, bu vesile olsun dedim. Ertesi gün eve girdiğim anda türk filmi sahnesi yaşadık resmen. Annne böhhüüü, memme, aç aç, kak kak, diyen bir adam, paçalarıma yapışmış bir şeklilde. Çok dramatize ettik biliyorum, lakin ikimiz de hazır değiliz, bunu da tecrübe ettik.

Hasılı;

Emzirmeyi seçmek diye bir şey yoktur. Emizrmeyi tercih etmiyorum demek bir ayrıcalık değildir. Her bebeğin emme hakkı vardır. Memeler süt üretsin diye yaratılmıştır ve memelerin kayda değer en önemli işlevi süt salgılamaktır. Dolayısıyla nasıl mama satıcıları sadece ilk altı ay anne sütü diye bir propaganda yapıp potansiyel müşterilerine anne sütünün sadece altı ay gerekli olduğunu alttan alta empoze ediyorsa, her emziren kadının da tıpkı şu anda yaptığım gibi duyarlı davranıp emzirme ile alakalı bol bol konuşması gerekiyor fikrimce. Yemişim feminizm argümanlarını, yemişim mama firmalarıyla ortaklaşa hareket eden tıp bilimine hizmet ettiğini düşünen doktor akımlarını. Anneye zor geliyor, meme ucu hassaslığı, estetik kaygılar, uykusuzluk, sürekli emzirme halinde olmanın yarattığı bunalım, hooop kılıfı da ama benim doktor dedi ki bıdı bıdı, yahut ama o sadece ilk altı ay için geçerli, sonrasında bebeğe pek bir faydası yok söylemleri. Emzirmeyen kadınlar; – Süt azlığı, sağlık sorunları ve istisnai durumlar hariç- Bebeğinize mis gibi anne sütü varken layık göre göre bir ineği layık gördüğünüzün farkında mısınız? Biraz daha uzatırsam sanırım daha çok büyüteceğim, yumuşak yumuşak bitireyim, iyi bir dilekle;

Her bebek emziren annelere gelsin,
Her emziren annenin sütü bol olsun.

11 Ocak 2011 Salı

Son Günlerde

Aslında biraz uğraşsam insan haklarına kadar vardırabilirim işi ama takatim yok. Hem neşesizim, hem vaktim kısıtlı-ki bu pek şaşılacak bir şey değil- hem de durumdan ötürü biraz öfkeliyim. Hasılı; şirket politikası gereği artık internetimiz kısıtlı, dolayısıyla bloglar, videolar gibi bazı zararlı buldukları yerlere ofisteki her bilgisayardan bağlanamıyoruz artık. Sadece iki bilgisayar tüm internete açık ve ben kaçak kuçak ancak yazabiliyorum.

Bu blog sadece anne – bebek üzerine tasarlanmadı kafamda. Keşke vaktim hep geniş olsa sık sık uzun uzun yazabilsem ama malum hem çalışıp hem bölünmek pek de kolay bir iş değil. Doğrusu benim kotarabildiğim bir iş değil. Demem o ki; kendime ve ilerde okumalarını umut ettiğim iki minik yüreğe yazıyorum burada. Kısaca, tarihe not düşüyorum ve bunu çok seviyorum.

Neler oldu bu sürede, bir yıl bitti ve yeni bir yıl başladı. Yılbaşı seramonilerine bayılırım ben. Babam bankacıydı benim, tayini İskenderun’a çıkmıştı ve ben ilkokula orada başlamış, Bursa’ya ilkokul dördüncü sınıfta gelmiştim.Oturduğumuz sitedeki tek müslüman aile bizdik, yan komşumuz Zarik Teyze’lerdi ve benim en iyi arkadaşım Nadin isimli fransız kökenli bir kızdı. Her yeni yıl öncesi kocaman bir yılbaşı ağacı hazırlarlardı ve o ağaçta çoraplarda bize şekerler olurdu. Ayrıca hediyeler hazırlardı Zarik Teyze bana ve kardeşime. Küçükken o ağacın sihirine çok inanırdım. Bursa’ya geldiğimiz yıl ilk yılbaşında tutturmuştum bende bir yılbaşı ağacı istiyorum diye, bulamamıştık. Ya o yıllarda bu kadar yaygın değildi, ya da var olan ağaçlar aşırı pahalı mıydı bilemiyorum ama babam bir türlü bulamamıştı. Annemin büyük bir çiçeğini yılbaşı ağacına çevirmişliğim meşhurdur. Bu yıl bir ağaç aldık çocuklara. Bir heves bir heves süsledik. Sanırım tek heveslenen ben oldum, benimkiler pek anlayacak yaşta değiller galiba. Sevgili kızım minik hediye paketi şeklindeki yılbaşı ağacının süslerini gerçek hediye paketi sanıp hepsini tek tek açtı. Oğlum da yılbaşı ağacını kale zannedip eline geçirdiği herşeyi ağaca fırlatıp attı. Zavallı ağaç acınası bir halde üç hafta kadar sürüklendi evimizde. Boynu bükük ama vakur: ) Belki seneye daha iyi anlarlar bu yıl anlayacak yaşta değillermiş bunu tecrübe ettik.

Kızımın tuvalet eğitiminde ciddi yol katettik. Artık korkmuyor bez dışına kakayı ve çişi yapmaya. Yumuşak bir geçiş yapıyoruz, henüz tamam olduk demiyorum ama oldukça ilerlediğimiz aşikar. Oğluşun dil gelişiminde farkına varılacak kadar bir ilerleme var ve bu bizi oldukça mutlu ediyor. İletişimimiz artık ıh oh ah memme’den aç kalk otur ver’e geçti. Kulaklarında bir sorun olduğunu düşünmüyorum artık. Geçen aylarda işitme testine götürmeyi teklif edecek kadar endişe yaşamıştım. Zira acaba duymuyor o yüzden mi tepkisiz kalıyor diyordum. Sonradan farkettik ki oğlum işine gelen her şeyi gayet iyi duyuyor. Mesela meme vereyim gel koltuğa oturalım deyince duyuyor, oğlum sakın elindeki bardağı yere fırlatma deyince duymuyor. Acayip uyanık bir adam.

Yazabileceğim en ilginç olay dün evimizde vuku bulan olay sanırım. Kızım saçını kesmiş. Üç kelimeden oluşan bir cümle insanı bu kadar mı etkiler, dün büyük bir şok yaşadık, evet efendim etkiler. Gündüz babaannesi kardeşini uyutmuş, sonra da kızımla kesme yapıştırma yapmaya başlamışlar. Sadece iki dakikalığına tuvalete gitmiş, dödüğünde kızımın kendi odasında olduğunu farketmiş, kapının kapalı olmasından mütevellit bir iş karıştığını anlamış, kapıyı açmasıyla yerde saçları görmesi bir olmuş. Çok şaşırmış, elinden hemen makası alıp kızıma ben hiç kendi saçımı kesiyor muyum, anneni hiç saçlarını keserken gördün mü, ya da baban saçlarını hiç kesiyor mu diye sormuş. Bizim bızdıkta gayet kendinden emin, ama ben merak ettim babiş diye cevap vermiş. Babaanneleri de saçları sadece kuaförler keser demiş, bunun üstüne bizimki tutturmuş beni kuaföre götürün diye. Haftasonu kuaföre gideceğiz. Böyle bir olayı nerede gördü bilmiyorum. Ya da görmeden kendi mi akıl etti acaba. Bütün gece sordum nereden gördün saç kesmeyi kimden duydun diye, aldığım tek cevap merak ettim oluyor. Sanırım meraklı bir kız çocuğu yetiştiriyorum.

Hepsinden ayrıca; bir emzirmeyi kesmeyi düşünme girişimim oldu evlere şenlik. Kesinlikle ayrı bir yazı konusu ama bu da tarihe not düşülsün. İki çocuk annesi bir kadın, oğlunu memeden ayırmaya karar verdi ve vazgeçti kısa bir süre sonra…

Asıl ayrıca; hamile olduğumu düşündüm geçen ay. Test bile yaptım, henüz üç çocuklu olmuyorum lakin dilerim nasip olur. Artık önümüzdeki maçlara bakacağız: )

Foto not : Zavallı yılbaşı ağacı ve minnolar, Özge teyzesinden gelen hediyeden önce.

Foto not’u yazdıktan sonra aklıma geldi, yahu bu yazılmaz mı, Nurturia’ da bir yılbaşı çekilişi yapıldı ve bu çekilişle kızıma pembe bir scooter oğluma da sesli bir kitap geldi, hatta oğluma bir kitap daha ve kızıma bir bornoz, bana da ruj, unutulur mu, unutulmaz tabi. Nasıl mutlu oldu çocuklarım, tarifsiz. Ne desem eksik, Özge, Seda cansınız.

Nurturia’yı çok seviyorum…

Son Not : Yine aklıma geldi, notlardan yazı bitmeyecek olsun : Esra bir kitap yazmış, link de verelim tabi. Biz okumadık zira kitap sadece internetten okunuyor. Evimizde pc yok bunu biz tercih ettik. Yok yok bitemiyor yazı: ) Şimdi şöyle oluyor, kızım altı aylık civarı idi. Bende post partum kol gezerken tekrar gebe kaldığımı öğrenmiş, kafama huniyi takma dönemine girmiştim, karışık duygularımdan. O sıralar bir psikolog ile bile görüşmüştüm. Aslında bunlar da başka bir yazı konusu, notumu alsam ya ben. Ne diyordum; hal böyle olunca internet benim için ciddi kaygı yaratan bir merci olmaya başlamıştı. Kızım İye geçirdiğinde mesela deliler gibi araştırıp doktorculuk oynamış kafamı iyice karıştırmıştım. Baktım olmuyor fazlaca vakit geçirmeye başlamışım pc’nin başında, üstelik çocucğumdan da çalıyorum, konuştık kocamla, karar verdik ve ani bir kararla attık bilgisayarı. Zira çocuklarıma ayıracağım zaman çok kıymetli, onlardan ne olursa olsun çalamam vakit. Neyse uzun lafın kısası, bu kitap sadece internetten okunuyor, basılırsa öyle görecek benim çocuklarım.
 
Kendime not : Daha düzenli ol kızım, böyle konudan konuya atlanır mı hiç!