21 Temmuz 2011 Perşembe

Tavuklar

Basiretim bağlı sanki dedim. Dayı, içim sıkılıyor boğulacak gibi oluyorum dedim. Ben ne yapayım dedi. Toparla kendini dedi, tavuklara baktı, yem lazım dedi. Aç kalacaklar diye stres yasıyorum dedi.

Dayıcım, benim sarı bıyıklı dayıcım; Sen tavuklardan ötürü stres yasadıgını dusunurken oglunu ben henuz hic gormedim biliyor musun? Annemle yasıt onun dogumu. Annemin aramızdan ayrılısından tamı tamına bir hafta sonra sen yine baba oldun ve karın onu bizden esirgedi. Sana olan ofkesini cocugunu bizden saklayarak, bize göstermeyerek cıkarttı.Tam 14 yıl olmus dayı, 14 yıldır ben bilmiyorum anneme benzedigi soylenen oglunun suratını.

Yem mi lazım dayı, yem lazımsa almak gerek degil mi dayı? Bunun icin para gerek degil mi dayı? Ah dayım, ah benim canım naif dayım, sen su an ne yapıyorsun boyle?  Katarktım var diyorsun, katılaşmış gözüm diyorsun, sonra gebe Sultan’a donup aramızda pek bir fark yok diyorsun. İkimizde basımıza buyruk yasadık, yasıyoruz diyorsun. Sultan’ın gözlerinin %10’u görüyormus. Daha evvel bahcenin kedilerinin en ukalası en lider olanı oymus, sonra bir kavgaya girismis diger kedilerle, gorme yetisini kaybetmis. Dayıma gore Sultan’ın bir davası varmıs, bahce ona ait olsun dermis, bir devrimci kadar yurekliymis. Ama Sultan su an tavuklara alınacak yemi zerre dusunmuyor dayı.

Demedim. Yanımda 15 tl var dedim, yem alalım tavuklar ac kalmasın dedim. 15 dakikada alır gelirim dedi. Çay koyayım mı dedim, gelince iceriz. Benim rose sarabım var dedi, sen kendine kadar yap. Peki dedim. Giyindi, cıktı, cayı koydum, demledim, bekledim, kapı caldı.

Gelen Mehmet Aslan. Sasırdı, sasırdım. Mehmet Abi dedim, bugun ne ilginc bir gun. İzinliyim, sabah Osman Abi’yi gordum, simdi de sen dedim. Ben de izinliyim dedi, su ise bak dedi, hakikaten su ise bak dedim. Buyur ettim. Yaslanmıs, yakısıklı Mehmet Abi yaslanmıs. Saclarına ak dusmus, gobeklenmis. Koca adam olmus dalgıç Mehmet. Anneannemin elini optu, gozleri bugulandı, anneannem annesini andı, hey gidi Mukaddes Hanım dedi, ruhuna fatiha.  Cay demledim Mehmet Abi içer misin dedim, sen ne kadar buyumussun dedi, kardesimi sordu, babamı sordu, cocuklarımı anlattım. Bahceye cıkalım oraya koydum cayları dedim.

Bu tavuklar dedim, stres yaratıyorlar dayımın uzerinde. Onlar ac kalmasın diye dayım tahıl’a gitti yem almaya gelmek uzeredir dedim. İşini anlattı, bir heves cuzdanını cıkarttı, kızı Yagmur ile oglu Deniz’in fotografını gosterdi. Adı ne guzelmis dedim. Deniz ne guzel bir isimdir dedim. Gulumsedi. Hızlıca cantamdan nicedir yanımda tasıdıgım fotograf makinamı cıkarttım, cocuklarımı gosterdim. Yavrumun yavrusu olmus ya hu dedi, gulustuk. Elindeki kızının fotografını cuzdanına koyarken pat diye girdim konuya.

- Selda Abla?
- Kavusamadık.
- Kavussanız ask olmazdı zaten.
- Bitirdi Tıp Fakultesini, simdi Ankara’da imis. İki ortak bir klinik acmıslar, Selda kadın dogumcu olmus. İnternet buldum izini, evlenmemis. Hala cok guzel.
- Guzelligi dillere destan zaten. Annem de pek severdi Selda Abla’yı, bana da bize gelirken kitap getirirdi. Gofretler de cabası.
- Dayın olmasaydı Selda o okulu bitiremezdi biliyor musun?

Biliyorum Mehmet Abi, dayım saklamış onu meshur bekar evinizde polislerden. Tam altı ay. Beraberinde Faruk Abi’yi de. Dayım hic konusmamıs sorguda. Hiç çözülmemis. Selda Abla yurtdısına kacmaya niyetliyken dayım caydırmıs. Okul demis, bitirmen gerek demis. Annen icin demis, birazcık Mehmet’e deger veriyorsan beni dinle demis. Selda Abla sana hic ihanet etmemis, gozlatından cıkmanı beklemis.

Keske sen de,,

Diyemedim, demedim. Selda Abla cok guzeldi dedim, saclarını bir savururdu,  saclarını kıskanırdım dedim, gulerek. Gulustuk. Konuyu guluserek kapadık.Yine pat diye.

Kapı yine caldı,

Gelen dayım,
Sarı bıyıklı dayım,
Dev-Genç in Yıldırım bölge sorumlusu dayım,
İki kez gozaltına alınmıs,
Hic cözülmemis,
Agzı sıkı Dayım,,

Elinde tavuklara aldıgı yem. 15’ liralık.
Dalgıç Mehmet burada!



16 Temmuz 2011 Cumartesi

Pavyon Geceleri


Bazen alayım başımı gideyim diyorum,,

Öyle durup dururken aniden. Yola, varacağım yeri bile düşünmeden, umarsızca.

Ama şimdi bunu düşünmeyeceğim. Ben en iyisi bunu yarın düşüneyim.

Ben bazen çok konuşuyorum. Çok konuşmaktan mütevellit başım ağrıyor. Sürekli kararlar alırken buluyorum kendimi. Onu öyle yapayım bunu böyle yapayım bıdı bıdı. Şimdi yazarken bile içim sıkıştı bak. Planlı yaşayayım diyorum, prensipli insanları gözümün önüne getiriyorum here hooop başka bir fikir geliyor aklıma. Mizacımın bu kısmınıda yarın düşüneyim ben.

Anne olduğumdan beri kendimden çok çocuklarımı düşündüğümü farkediyorum. Her farkedişte bir delilik yapıyorum. Delilik dediysem eski deliliklerim değil elbet. Artık daha sakin deliliklerim var. Mesela domates yetiştiriyorum. Ama bu yaptığım deliliklere bir örnek değil. Delianne, şimdi şu dakika seni andım içimden; ‘delilik’ deyince. Eğer okuyorsan burayı kitaplarını verdiğin ve ikinci ele girdiğin blog yazını pek sevmiştim ben. Ne diyordum; mesela tek başıma uzun yürüyüşler yapıyorum iş çıkışı. Uzun uzun yürüyorum. Yaşadığım şehirde bir cadde var. Bursalı’lar bilir. Altıparmak Caddesi. O caddenin başında iniyor tüm caddeyi yürüyorum bazen. Arabayla gecenin bir vakti dışarı çıkıyor o caddede turluyorum. Caddede bir sürü mağaza var ve bir pavyon. Köşk Pavyonu. O pavyonda çalışan kadınların kuaförleri de var ve gece belli bir saatten sonra değişik kadınlara, erkeklere ve travestilere ev sahipliği yapıyor orası. Gecenin diğer yüzü tüm cesaretiyle boy gösteriyor. Bende orada bir romancı merağıyla arabayla göz gezdiriyor/değdiriyorum. Ama bunu da yarın düşüneyim ben.

Şimdi şu paragrafa gelince bir şeyler anlatayım istedim. Bir filmden konuşayım, bir kitaptan alıntı yapayım ya da bir şarkı sözünden bahsedeyim dedim. Bu yazının deliliği bu olsun mesela. Hemen düşüneyim : Öyle çarpıcı bir sey olsun ki, yazıya hava katsın. Çarpıcı deyince aklıma gele gele Oldboy geldi. Bu kadar çarpıcılık yeter sanırım. Filmi izleyenler bilir, kutunun açılış sahnesini. Ayrıca asansördeki geçişi. Ne çarpıcı bir filmdir o. İnsan tokat yemiş gibi oluyor filmin sonunda. İşte bazen kendimi tokat yemiş gibi hissediyorum. Yarın düşünmem gereken bir konu daha…

Yarın düşüneyim dediğim konuları genelde düşünmediğimi iyi biliyorum. Anı yaşıyorum ben hep. An ne gerektiriyorsa onu yapıyorum. Planlı değilim, çok prensiplerim yok, kocamı seviyorum, iki çocuğum var, onları da seviyorum. Bu kadar.

Yorgun günler geçiriyorum. Yorgunlukla yaşamayı öğrendim. Bu yorgunluğumun arasında beni dinç tutan alanları da biliyorum. Kendime ait  bir odam, okuduğum kitaplarım, yaptığım yürüyüşler, seslendiğimde yatağın diğer ucunda efendim canım diyen bir kocam var. İki minik çocuğum, baktıkça sürekli şükretmemi sağlayan; daha ne olsun. Sahip olduklarımla mutluyum.

Bir gece, karanlık bir vakit, oradan arabayla geçerken, Çekirge Meydanında direksiyondan inip; sen geç, sen kullan ben bakayım dedim. Köşk Pavyon’un oraya gelmeden caddedinin karşı tarafında kitapçının hemen üstündeki kuaförde saçlarını yaptıran travestiye baktım uzun uzun. Üzerinde şeffaf transparan bir elbisemsi. Aynanın karşısında ayakta duruyor, aksine bakıyor. Yüksek ihtimal makyajını kontrol ediyor. Yüksek ihtimal burada değil de uzaklarda bir şehirde annesi, yatsı namazının ardından elinde Kur-an dua okuyor ogluna. Aynı vakit, aynı anda. Biri aynadan, öteki duadan medet umuyor.


Ben de yazıdan,
Billahi kafam dağılsın diye…