12 Ekim 2012 Cuma

Ağda İjlal ve Sukkar Banat

yarabbim,,

cok cok sevdim. dusundumde ben genelde buraya filmlerle ilgili ne vakit soz etmeye gelsem hep cok sevdim diye baslıyorum. arada sevmedigim filmleri de yazayım en iyisi.

simdi gecisler soyle, muzik boyle, hikaye soyle guzel, bizim ve lubnan'lıların kulturu ne kadar benzer, oyunculuk basarılı gibi kalıplarla filmi anlatmak mumkun fakat ben oyle yapmayacagım. sadece hikaye uzerinden gidecegim sanırım, ardından da kadın filmi gibi bulmamdan mutevellit ilk agda deneyimimi biraz anlatacagım. aslında boyle anlatmamalı, bodozlama dalmalı, iste serde var, herneyse.

yıllardan genc kızlık, gunlerden evde pisirilen agda, -hey gidi bilge karasu sen nelere kadirsin, nurlar icinde yatasın- iste o kavurucu yaz gunu, bulundugumuz yer cukurova'da bir ilce. amcamın kızı liseye basladıgında yengem anneme demis ki, biz bu ijlal'den cok cekecegiz hatice, rabbim guzellik vermis, insallah sansı da cirkin sansı olur diye. nitekim yengem yanılmamıs, ijlal'in anası tahtını yapmıs lakin bahtını yapamamıs. zira ijlal bir on dokuz mayıs ertesi bavulunu hazırlamıs geceden, hemen yan avludaki kucuk amcama kahvaltıya gitmis. bavulunu da avludaki portakal agacının altına gizlemis. amcam demis ki hayır olsun yegenim, uzerinde forma gitmedin mi okula? anan yedirmedi mi kahvaltılık, ac mısın? ijlal demis ki, acım emmi, yengem bir sucuk pisirse de yesek? amcam seslenmis yengeme, sakine sucuklu yumurta yap da yegenimle yiyek. yengem kurmus sofrayı ne ekmek derler unuttum simdi ben o kulturle buyumedim zira, tamam hatırladım yufka ekmek, iste yufka ekmeklerini sucuklu yumurtaya bana bana emmili yegenli yemisler. sonra ijlal kalkmıs sofradan, amca demis, helallik ver ben okula gideyim, amcam soyle bir bakmıs ijlal'e,

helal olsun yegenim demis,
nitekim ijlal'i bir daha gormesi icin aradan on yıl gecmesi gerekmis.

aynı kucuk amcam; evden kactıgı bir kurt kocaya vardıgı icin ijlal'i evlattıktan reddeden abisine o benim yegenim deyip kafa da tutmus yıllarca.

sonra gel vakit git vakit, benim batılı annem, bir sekilde ijlal'in kendisine ulasmasından mutevellit, kaynı olan en buyuk amcamı arıyor, diyor ki abi etme eyleme kızın halini bir gorsen. hayal meyal hatırlıyorum o gunu yengem annemim o telefon gorusmesinden sonra on saatlik bir otobus yolculuguyla buraya geliyor ve hep birlikte yengem annem ben ve anneannem gidiyoruz ijlal'e. annem yolda elimi bırakmamam konusunda sıkı sıkı tembihliyor beni, yengem avucuma bir tulbent sıkıstırıyor, diyor ki ijlal ablanı gorunce bunu annem yolladı deyip vereceksin gizlice, sakın beni karıstırma olur mu yegenim. kafam cok karısıyor, olur diyorum. cocugum henuz, gidiyoruz izbe bir eve, ijlal eve girisimizde kosarak anasının boynuna doluyor kollarını, anacıgım diye bir baslıyor aglamaya, aynı anda annem, anneannem, sonradan ijlal'in kvalidesi oldugu ogrendigimiz o aksi teyze hep birlikte koro halinde aglasıyorlar oldukca uzun bir sure.

buyuk amcam yumusuyor, kucuk amcam tam on yıl sonra yegenine kavusuyor. yegeni aynı guzellikte fakat askı ugruna kactıgı adam tarafından aldatılmıs, babasının koluna girip adliyelere gitmis, bosanmıs, artık dul ve eski kocası goremesin diye iki cocugunu alıp kanada'lara gitmis, siyasi meselelerden.

ijlal eski ijlal degil,
bakısları konusması sonuk, usul usul, hep kederli.

iste yıllardan genc kızlık gunlerden evde pisirilen agda oldugu o vakit annemin batılı ve hakikaten bembeyaz tenli sarısın bir kadın olmasından dolayı ijlal deyiveriyor anneme, yenge ilk agdasını ben yapayım yegenimin. annem olur diyor fakat pimpirikli bir annem var. once halamın kızı eczacı, ona gidiyor, canım yanmasın diye bir merhem alıp getiriyor. yaz tatilimizde babamın memleketinde gecirdigimiz o haftayı oyle anıyorum sarı saclı bembeyaz tenli annemle, elinde anestol pomad.

ve ijlal,
analar tahtını yaparmıs yegenim bahtını degil.
artık genc kızsın, bahtın guzel olsun insallah.

gozleri dolu dolu.

ah ijlal,
ben buyudum,
kadın oldum,
bu filmi izledim,
bak neler yazdım.


not: aslında burada yayımlanmak icin yazılmadı fakat yazdıktan sonra oyle sevdim ki, burada okunsun istedim. yeliz'cim tesekkur ederim vesilenle izledim. 

not 2 : sukkar banat filmi bana aradan galiba bir yıl gectikten sonra buraya yazdıklarımı yollama istegi uyandırmıs bir film olmustur vessellam. belki kadın filmi olması sebepli,

bilemiyorum.

3 Kasım 2011 Perşembe

Tesbih ve Eylül

Çok uzun zaman olmustur, dusuneyim;

Evet cok uzun zaman olmus.

Kendimi bildim bileli alkolle aram mesafeli. Alkol almayı bilmem, içki kültürüm hiç olmamıştır. İlk gençlik yıllarımda tecrübe etmişliğim var ama geriye dönük bakıyor ve düşünüyorum da buna tecrübe demek sanırım yanlış olur. Bir bardak bira ile sarhoş olmayı başaran bir bünyem var çünkü benim. Üstelik sarhoş olunca da çok gülüyor ve nasıl oluyorsa ayakta durmayı başaramıyorum. Bir de, bu bira rakı sarap, işte bu alkol denen meret çok kötü kokuyor ve tadı hic de guzel degil. İçtigim seyin tatlı olması ve kokmaması gerekiyor. Boyle olunca da alkol çesitlerinin arasında kendime uygun bir sey bulamıyorum ben. Birkaç kez meyve kokteyli, likör ceşitleri vs. vs denedim mamafih bu kriterlerime uygun bir şey henuz tadamadım. Ne anlatacaktım ben,,

Evet, girizgahtan anlasıldıgı uzere alkol ile alakalı bir durum tecrube ettim, bunu anlatacaktım. Ne diyorduk, kafama gore ickilerin olmayısından bahsediyorduk. Lakin bu demek degildir ki alkolun oldugu ortamları tecrube etmedim. Ettim, ediyorum. Arada cıkarız dısarı kocamla, arkadaslarla, egleniriz, icerler, eslik ederim. Gecen aksam bu duruma Arap Şükrü Sokagı'nda eslik ettim.

Gormus gecirmis insanlarla kurulan rakı sofralarına dair bir suru imge geliyor gozumun onune. İlk aklıma gelen yaşlı bir amca figuru, bir rakı sofrası, balık, kavun, beyaz peynir, çesit çesit mezeler, arkada türk sanat müziği, ufaktan ama ortama sadece tını katması sebebi ile, yani muzik hakim degil sofraya. Sonra bu amcadan dinlenen bir ask oykusu, sevdigicegi kadını anlatıyor olsun mesela, hanımefendiyle kavusmuslar ama esaslı bir ask olsun, oldu olacak. Yine bu amcaya eslik eden baska bir amca, birlikte ah cekiyor olsunlar ve pesi sıra bir kadın kahkahası duyalım, mevzu bahis hanımlardan biri olsun bu kahkahanın sahibi hanımefendi. Ardından ortam hiddetlensin, birazcık memleket meselelerinden bahsedilsin, ask hikayesini anlatan amca okkalı bir kufur sallasın sofranın tam ortasında politikacılara. Sonra sofrada mevzu bahis olan hanımefendi kızını nasıl dunyaya getirdigini anlatsın, dogum hikayesinde amca duygulansın ve uzakta olan kızını telefonla arasın, konussunlar. Oldu olacak bu sırada kulak kabartsınlar arkada calan fondaki sarkıya, sarkı soyle desin sofraya;

Benzemez kimse sana,
Tavrına hayran olayım,
Bakısından suzulen,
İşvene kurban olayım.

Masadaki hanımefendi, beyefendiye suzulerek baksın, beyefendi diksin gozlerini hanımefendiye, oylece..

Hatta dahi, konunun dibine vursun sofra, bayati makamına, Turk Sanat Muziginin uzerlerindeki etkisine ve pek tabi anarak Rüştü Şardağ'ı.

Kadehler de kalksın, illa once saglıga. 

Bu bir imgeleme. Yazdığım her seyi yaşamıyorum ya da yaşadıgım her seyi yazmıyorum. Boyle oldugunu dusunenler oluyor bu vesile ile acıklayayım.  Bu vesile ile bu yazıyı neden yazdıgımı da acıklayayım; az evvel yazdıgım imgelemedeki amca ve rakı sofrasını tecrube etmedim gecen hafta, içimi sızlatan bir imgeleme tecrube ettim, maiyeti budur yazının,,

Arap Şükrü Sokağı, karsımda kocam, uzerinde beyaz gömlek, illa beyaz. Hemen yanında Nuran Abla ve Kadir. Yanımda Sevil Abla, Sibel ve Hülya. Biraz sonra gelecek olanlarla birlikte toplamda on bir kişi etmişiz. Sokaga gelen calgıcılar bir yan masamıza geciyorlar arada İstanbul Sokakları'nı duyuyorum, sonra bir bakıyorum sokagın karsı tarafındaki masadalar, Kara Çalı Gibi calıyor, bir vuruyor darbukaya müzisyen, pesi sıra inceden bir keman sesi, muzik ara ara fonda, ara ara ana kahraman sokakta. Masada muhabbet gırla, kah Sevil Abla'ya guluyoruz, kah Kadir alıyor sazı eline, kah kocama bakıyorum, kah o bana bakıyor, keyifliyiz. Aklım ara ara yuregime ara ara zihnime takılıyor. Hava biraz esiyor, üşür gibi oluyorum, uzerime salımı atıyorum.

Ben bir anneyim, bir cok kimlikten once geliyor anneligim. Az once gordugum cocuga bakıyorum, artık masada degilim. Saate bakıyorum. Hızlıca telefonumu cıkarıyorum ve bir kere de idrak ediyorum durumu. Saat 23:30. Bu cocugun ne isi var burada? Sukutırının tepesinde. Cocuk gayet cocuk. Sukutırıyla! Ben bir cocuk gordum, olsa olsa kızım kadar yası. 3,5 - 4 yaslarında, saat 23:30'da, Arap Şükrü Sokagında. Yıllardan 2011, aylardan Eylül, yazın son demleri, ben usumus ve uzerime salımı almısken bu cocuk kısa sort ve bir ince atletle. 

Bursa'da, evini gecindirmek icin, İstanbul'un Kumkapı'sı neyse o denilen Arap Şükrü Sokagı'nda, bir anne, oglunu yanına alarak tespih satıyor,,

Benim kızım aynı anda yatagında mısıl mısıl uyurken.

Simdi ben nasıl egleneyim? Anneye bakıyorum, bizim masaya yonelecegini farkediyorum. Nitekim oyle oluyor, aynı anda yan masadaki calgıcılar sankli daha bir hızlı vuruyorlar tefe darbukaya. Anne bana bakıyor, ben susuyorum. Bir tespih alır mısın ablacım?

-Sessizlik-

.

 

19 Ağustos 2011 Cuma

Lal


Facebook’tan bir arkadaslık teklifi; inanılır gibi değil, düşünüyorum da ne zaman biz böyle bilgisayardan arkadaşlık kurar olduk, ne zamandır birbirimize telefon ettigimizde önce nasılsın demek yerine neredesin der olduk, bunlar ne zaman oldu, ne hızlı her şey…

En çok hastaları kabul etmeden kendime bir  bir saat ayırmayı seviyorum. Odama geçiyor, notebook’u cantamdan cıkarıyor, masanın ustune koyuyorum. Bu sırada kapı calıyor ve Nilüfer elinde filtre kahve ile içeri geliyor. Sigara paketini cıkarıyorum cantamdan yakıyorum bir kısa marlboro. Sonra bir yudum çay. Çay ve sigara olmadan gune baslasam basım catlayacak gibi agrıyor. Her ikisine de bagımlıyım. Sonra bilgisayardan  gazetelere goz gezdiriyorum, ardından uyesi oldugum sitelere. Bunların hepsini on bes dakikaya sıgdırıyor, odayı havalandırmak icin balkonun kapısını acıyor ardından lavobaya gecip makyaja baslıyorum.

Makyaj sıgınagım. Başımın agrısının çay ve sigara ile alakası yok. Yaşlandım, gözaltı torbalarını gizlemem gerekiyor. Kaşlarımın tam ortasında da çizgiler var ve dediklerine göre bu kaşlarımı çattığım için oluyor. Keske bu cizgiler cok guldugum için dudaklarımın kenarında olsaydı ve ben onları gizlemek yerine gururla gösterebilseydim.

Nilüfer, haftaya verdigin tüm randevuları iptal et. Benim cıkmam gerek, bana bizim tur sirketini bagla. Paris’e gidiyorum!

Sevgili Selda Hanım;

Adım Devrim. Faruk Yılmaz’ın ogluyum. Sizi İlyas Abi’in yeğeni Bilge’nin tuttuğu bir blog sayesinde buldum. Babam aftan faydalanmayı reddetti, tahmininizde yanılmadınız evet evet hala Paris’te. Kanser ile savasıyor ve doktorların dediğine gore cok kısa bir vakti kaldı. Uzgunduk ama babam da garip bir sekilde bu durumu kabullendi. Mehmet Abi onumuzdeki hafta buraya geliyor, Bilge’de dayısı İlyas Abi’yi getiriyor, sizin eski gruptan birkac kisi daha gelecek haftaya, babama bir bulusma yapıyoruz toplu olarak. Gelip gormek istersiniz babamı diye dusundum, bana sizi ve eskiye dayalı dostlugunuzu cok anlattı. Benim ve Bilge’nin iletisim bilgilerimizi yazıyorum dilerseniz bizimle kontak kurabilirsiniz.

İçten Sevgilerimle,
Devrim.


Cok yalnızım Devrim, cok mutsuzum teyzecim. Ben Mehmet’i deli divane bir sekilde sevdim, bekledim. Baban sahidimdir, hic ona ihanet etmedim. Cıksın cezaevinden gelsin yanıma dedim, cıktı sonunda. Ben İlyas’a gelecek, kavusacagız diye sevinirken, Mehmet cozulmus Devrim, babanı ihbar etmis! Babanın yurtdısına kacıs sebebidir Dalgıç Mehmet. Yani benim devrimci sevgilim Mehmet. Baban yurtdısına kactı, İlyas, okulu bıraktı, ben okula dondum, hayatımız karardı.

Ona da kızamıyorum Devrim, nasıl kızayım, bana bir mektup yollamıstı gozaltından Kimbilir ne iskence ettiler de cozuldu. Mukaddes Teyze gozaltından cıktıktan hemen sonra ölmüş oyle aldım haberini. Dayanamadı oglunu o sekilde gormeye tabi, benim gonlum kırık ya anası ne etsin.

Ya baban, ah senin baban. Faruk, kacıp gitmek dısında var mıydı cozumun.Ya cezaevinde surunecektin, ya da boyle. Kanser mi oldun Faruk, sen kanserden ben gonul kırıklıgından olecegim. Bize ne oldu boyle, ben niye boyle yorgunum! Sen niye ölüyorsun? Ölmek hic yakışır mı sana Faruk? Ben seninle vedalasmaya mı gelecektim Faruk? Demek bir oğlun oldu demek adını Devrim koydun, ah Faruk ahhh.

Demedim, yazmadım! Hemen elim telefona gitti, once Devrim’i aradım, ardından Bilge’yi. Bilge dedim, dayın nasıl sen nasılsın, ben haftaya gidiyorum Paris’e İlyas’da gelecek oyle degil mi, huzunluyum ama bir o kadar da hevesliyim dedim. Bir de bakayım sen bana nasıl ulastın Devrim’in bahsettigi blog ne blogu? İyi ki ulasmıssın da merak etttim ablacım dedim. Mehmet Abi dedi, o anlattı dedi. Facebook’tan bulmus seni Selda Abla dedi. Sana bir mektup yollamıs vakti zamanında, bana o mektubun bir kopyasını verdi, bende onun izniyle bu mektubunuzu blogumda yayınladım dedim.

Bogazım dugum dugum oldu,
Bir sabah vakti ellerim titreye titreye internetten Bilge’nin bloguna girdim,
Otlar diye bir baslık atmıs Bilge,
Mehmet de mektubu soyle bitirmis,
Ben kusurluyum,
Hasretle,
Koklayarak.


Bir sigara yaktım, bir nefes cektim, hasretle, koklayarak. Adım Selda, yalnızım, kaslarımın tam arasında cizgilerim var. Cok dusunmekten kaslarımı catmaktan,

Devrim’den, Bilge’den, İlyas’dan, Mukaddes Teyze’den, manifestolardan, Faruk’dan, gazetelerden, gundemi takip etmekten, yorgunluktan, liboşlardan, köse yazılarından, politikacılardan, hayattan, asksızlıktan, sigaradan, caydan, ufak seylerden,

Encokdalgıçmehmetten.
Birleşik.

4 Ağustos 2011 Perşembe

Otlar

Selda’m, Cancağızım,,

Sana cancağızım demek ne güzel, nasıl umutlu. Nazım’ın karısına yazdığı mektuplar gibi. Ne der Nazım Abi o mektuplarda; ‘Ben iyiyim Piraye, iki fanile iki don kafi. Sağlığım sıhhatim yerinde, bir de özlem olmasa. Yakındır kadınım, özgürlük yakın. Güzel günler bizi bekliyor Piraye,,

Ben yanmazsam sen yanmazsan nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa.’

Bunun gibi bir şeyler sanırım Selda’m. Ben bu konuda başarılı değilim. İlyas’ın da dediği gibi daha mühim meselelerim var. Güya gözaltı Selda, alakası yok işin aslının. Bildiğin bir koğuş burası. Arkadaşlar kendi icatlarını oluşturmuşlar, medeniyet buradan geçmiyor. Levhalar bulmuşlar, ateşi ilk insanlık gibi icad etmişler sanki. Levhaların üzerine bir mekanizma gecirmişler, ocak görevini görüyor bu. Böylece yemek yemeğe çalışıyoruz. Su çok kısıtlı, haftada bir hamama gidiyoruz, soğuk su ile yıkanmağa çalışıyoruz. Sabunsuz.

Her sabah aramızdan birini sorguya alıyorlar, giden kişi göz ucuyla bize bakıyor, uğurluyoruz. Akşamları karşılama kısmını geçeyim mi Selda? Geçeyim. Çözülen çözülene Selda, aklını kaçıran kaçırana. Delilik özgürlük müdür, değildir. Adamı delirtir bunlar, billahi delirtir.

Buradan çıkacağıma inancım sonsuz. Bizi ne vakte kadar tutacaklar ki, bildiğin saçmalık, dayanak yok, ortada suç teşkil edecek bir durum yok, biz buradayız. Çok öfkeliyim, öfkeme yenilip arada nara attığım oluyor burada. Kürt Said diyor ki yapma Dalgıç Mehmet. Şimdi seni alacaklar içeri, dikkat çekme.

Çekeyim anasını satayım, ne olacaksa olsun. Bıktım beklemekten. Okuyacak kitap da yok, daha evvel burada kalanlar Marx’ın, Lenin’in kitaplarını hatmetmişler. Yeni içeri girenler için güzel kaynaklar, lakin ben bunları biliyorum ki. Said kürtçe öğretmeye heves etti, sorguya aldılar onu gecen hafta, şu an öğretecek hali de yok. Doktor Mehmet var aramızda, o da senin gibi Tıp terk, o iyileştirmeğe uğraşıyor Said’i. İyileşecek, iyileşmeli…

Gözlerim Faruk’u arıyor. Eczacı Faruk’u. Sen pek hazetmezdin onu ama yakalandığımız akşam Faruk olmasa ben şu an hayatta olmazdım Selda. Gerçi yine onun sayesinde burayım ama, en azından yaşıyorum. –her ne kadar buna yaşamak denirse- Kızılay’ın yukarısında tam önceden konuştuğumuz yerde Faruk’dan  İlyas’ın yazdığı manifestoları almış yukarı çıkıyordum. Gelip seni alacaktım Şah’tan. O sırada karşıma çıkıverdi şerefsizler, baktım yedi sekiz kişiler, üzerimde silah yok, biri pardesusunu actı, belindeki silahı farkettim. Faruk’la buluştuğumuz yere doğru koşmaya başladım, beklemiş beni, ne olur ne olmaz diye, koştuğumu görünce  açtı apartmanın kapısını, aldı sakladı beni içeri. Bekledik biraz. Bu şerefsizler tam apartmanın önünde söylene söylene bizi ararken gıkımızı bile çıkartmadan sessizce bekledik. İşte o vakit dedim Faruk’a. Oğlum bunlar beni mimlediler dedim. Selda sana emanet dedim, beni öldürürlerse ya da kaçırırlarsa Selda’yı İlyas’ın evine bırak onu İlyas saklar dedim. Ortalık durulana kadar dışarı salmayın sakın kızı dedim. Tamam lan dedi, ya beni de kaçırırlarsa o zaman ne bok yiyeceğiz dedi. Keşke İlyas’a da haber salsaydın dedi. Saldım saldım dedim, gülerek. Ulan Faruk, açılır mı hiç o kapı.

Apartmanın kapısını bir açtı karşımızda itler. Polislere haber salmış şerefsizler. Ben sağa doğru kaçtım o sola. Daha sokağı dönmeğe varmadan yakaladı itler beni, sonrası malum. Faruk nerede acaba, o gelmedi buraya, öldürdüyseler eger onu ben de Dalgıç Mehmet’sem kanını yerde bırakmam şerefsizim.

Düşündükçe deli oluyorum, canım sıkılıyor. Seni hep İlyas’ın yanında tahayyul ediyorum. Faruk’da orada olmuş olsun. Bazen aklıma olmayacak şeyler geliyor, ağlamaklı oluyorum. Ya Faruk’u vurdularsa, ya İlyas’ı içeri aldılarsa, ya sen İlyas’a gidemeden Dalgıç Mehmet’in sevgilisi oldugun icin gözdağı amaçlı…

Bu mektubu okuyor ol Selda’m. İlyas’ın yanında olmus ol. Faruk’da yanınızda olsun, yine atışıyor olun. İlyas manifestolarını yazıyor olsun, sen yazdıklarını yuksek sesle okuyor ol. Faruk arada takılsın sana burjuva mısın kızım niye saclarını sallıyorsun desin, sen ciddiye al, sinirlen, ben çıkayım buradan o saclarını koklaya koklaya opeyim seni.

Selda, yabani bir ot gibiyim,
Leş gibi kokuyorum,
Kelimelerim cümlelerim güzel degil,
Ben kusurluyum,

Adım Dalgıç Mehmet,
Bekliyorsun ve beni bu kusurularımla seviyorsun değil mi?

Hasretle,
Koklayarak.


21 Temmuz 2011 Perşembe

Tavuklar

Basiretim bağlı sanki dedim. Dayı, içim sıkılıyor boğulacak gibi oluyorum dedim. Ben ne yapayım dedi. Toparla kendini dedi, tavuklara baktı, yem lazım dedi. Aç kalacaklar diye stres yasıyorum dedi.

Dayıcım, benim sarı bıyıklı dayıcım; Sen tavuklardan ötürü stres yasadıgını dusunurken oglunu ben henuz hic gormedim biliyor musun? Annemle yasıt onun dogumu. Annemin aramızdan ayrılısından tamı tamına bir hafta sonra sen yine baba oldun ve karın onu bizden esirgedi. Sana olan ofkesini cocugunu bizden saklayarak, bize göstermeyerek cıkarttı.Tam 14 yıl olmus dayı, 14 yıldır ben bilmiyorum anneme benzedigi soylenen oglunun suratını.

Yem mi lazım dayı, yem lazımsa almak gerek degil mi dayı? Bunun icin para gerek degil mi dayı? Ah dayım, ah benim canım naif dayım, sen su an ne yapıyorsun boyle?  Katarktım var diyorsun, katılaşmış gözüm diyorsun, sonra gebe Sultan’a donup aramızda pek bir fark yok diyorsun. İkimizde basımıza buyruk yasadık, yasıyoruz diyorsun. Sultan’ın gözlerinin %10’u görüyormus. Daha evvel bahcenin kedilerinin en ukalası en lider olanı oymus, sonra bir kavgaya girismis diger kedilerle, gorme yetisini kaybetmis. Dayıma gore Sultan’ın bir davası varmıs, bahce ona ait olsun dermis, bir devrimci kadar yurekliymis. Ama Sultan su an tavuklara alınacak yemi zerre dusunmuyor dayı.

Demedim. Yanımda 15 tl var dedim, yem alalım tavuklar ac kalmasın dedim. 15 dakikada alır gelirim dedi. Çay koyayım mı dedim, gelince iceriz. Benim rose sarabım var dedi, sen kendine kadar yap. Peki dedim. Giyindi, cıktı, cayı koydum, demledim, bekledim, kapı caldı.

Gelen Mehmet Aslan. Sasırdı, sasırdım. Mehmet Abi dedim, bugun ne ilginc bir gun. İzinliyim, sabah Osman Abi’yi gordum, simdi de sen dedim. Ben de izinliyim dedi, su ise bak dedi, hakikaten su ise bak dedim. Buyur ettim. Yaslanmıs, yakısıklı Mehmet Abi yaslanmıs. Saclarına ak dusmus, gobeklenmis. Koca adam olmus dalgıç Mehmet. Anneannemin elini optu, gozleri bugulandı, anneannem annesini andı, hey gidi Mukaddes Hanım dedi, ruhuna fatiha.  Cay demledim Mehmet Abi içer misin dedim, sen ne kadar buyumussun dedi, kardesimi sordu, babamı sordu, cocuklarımı anlattım. Bahceye cıkalım oraya koydum cayları dedim.

Bu tavuklar dedim, stres yaratıyorlar dayımın uzerinde. Onlar ac kalmasın diye dayım tahıl’a gitti yem almaya gelmek uzeredir dedim. İşini anlattı, bir heves cuzdanını cıkarttı, kızı Yagmur ile oglu Deniz’in fotografını gosterdi. Adı ne guzelmis dedim. Deniz ne guzel bir isimdir dedim. Gulumsedi. Hızlıca cantamdan nicedir yanımda tasıdıgım fotograf makinamı cıkarttım, cocuklarımı gosterdim. Yavrumun yavrusu olmus ya hu dedi, gulustuk. Elindeki kızının fotografını cuzdanına koyarken pat diye girdim konuya.

- Selda Abla?
- Kavusamadık.
- Kavussanız ask olmazdı zaten.
- Bitirdi Tıp Fakultesini, simdi Ankara’da imis. İki ortak bir klinik acmıslar, Selda kadın dogumcu olmus. İnternet buldum izini, evlenmemis. Hala cok guzel.
- Guzelligi dillere destan zaten. Annem de pek severdi Selda Abla’yı, bana da bize gelirken kitap getirirdi. Gofretler de cabası.
- Dayın olmasaydı Selda o okulu bitiremezdi biliyor musun?

Biliyorum Mehmet Abi, dayım saklamış onu meshur bekar evinizde polislerden. Tam altı ay. Beraberinde Faruk Abi’yi de. Dayım hic konusmamıs sorguda. Hiç çözülmemis. Selda Abla yurtdısına kacmaya niyetliyken dayım caydırmıs. Okul demis, bitirmen gerek demis. Annen icin demis, birazcık Mehmet’e deger veriyorsan beni dinle demis. Selda Abla sana hic ihanet etmemis, gozlatından cıkmanı beklemis.

Keske sen de,,

Diyemedim, demedim. Selda Abla cok guzeldi dedim, saclarını bir savururdu,  saclarını kıskanırdım dedim, gulerek. Gulustuk. Konuyu guluserek kapadık.Yine pat diye.

Kapı yine caldı,

Gelen dayım,
Sarı bıyıklı dayım,
Dev-Genç in Yıldırım bölge sorumlusu dayım,
İki kez gozaltına alınmıs,
Hic cözülmemis,
Agzı sıkı Dayım,,

Elinde tavuklara aldıgı yem. 15’ liralık.
Dalgıç Mehmet burada!



16 Temmuz 2011 Cumartesi

Pavyon Geceleri


Bazen alayım başımı gideyim diyorum,,

Öyle durup dururken aniden. Yola, varacağım yeri bile düşünmeden, umarsızca.

Ama şimdi bunu düşünmeyeceğim. Ben en iyisi bunu yarın düşüneyim.

Ben bazen çok konuşuyorum. Çok konuşmaktan mütevellit başım ağrıyor. Sürekli kararlar alırken buluyorum kendimi. Onu öyle yapayım bunu böyle yapayım bıdı bıdı. Şimdi yazarken bile içim sıkıştı bak. Planlı yaşayayım diyorum, prensipli insanları gözümün önüne getiriyorum here hooop başka bir fikir geliyor aklıma. Mizacımın bu kısmınıda yarın düşüneyim ben.

Anne olduğumdan beri kendimden çok çocuklarımı düşündüğümü farkediyorum. Her farkedişte bir delilik yapıyorum. Delilik dediysem eski deliliklerim değil elbet. Artık daha sakin deliliklerim var. Mesela domates yetiştiriyorum. Ama bu yaptığım deliliklere bir örnek değil. Delianne, şimdi şu dakika seni andım içimden; ‘delilik’ deyince. Eğer okuyorsan burayı kitaplarını verdiğin ve ikinci ele girdiğin blog yazını pek sevmiştim ben. Ne diyordum; mesela tek başıma uzun yürüyüşler yapıyorum iş çıkışı. Uzun uzun yürüyorum. Yaşadığım şehirde bir cadde var. Bursalı’lar bilir. Altıparmak Caddesi. O caddenin başında iniyor tüm caddeyi yürüyorum bazen. Arabayla gecenin bir vakti dışarı çıkıyor o caddede turluyorum. Caddede bir sürü mağaza var ve bir pavyon. Köşk Pavyonu. O pavyonda çalışan kadınların kuaförleri de var ve gece belli bir saatten sonra değişik kadınlara, erkeklere ve travestilere ev sahipliği yapıyor orası. Gecenin diğer yüzü tüm cesaretiyle boy gösteriyor. Bende orada bir romancı merağıyla arabayla göz gezdiriyor/değdiriyorum. Ama bunu da yarın düşüneyim ben.

Şimdi şu paragrafa gelince bir şeyler anlatayım istedim. Bir filmden konuşayım, bir kitaptan alıntı yapayım ya da bir şarkı sözünden bahsedeyim dedim. Bu yazının deliliği bu olsun mesela. Hemen düşüneyim : Öyle çarpıcı bir sey olsun ki, yazıya hava katsın. Çarpıcı deyince aklıma gele gele Oldboy geldi. Bu kadar çarpıcılık yeter sanırım. Filmi izleyenler bilir, kutunun açılış sahnesini. Ayrıca asansördeki geçişi. Ne çarpıcı bir filmdir o. İnsan tokat yemiş gibi oluyor filmin sonunda. İşte bazen kendimi tokat yemiş gibi hissediyorum. Yarın düşünmem gereken bir konu daha…

Yarın düşüneyim dediğim konuları genelde düşünmediğimi iyi biliyorum. Anı yaşıyorum ben hep. An ne gerektiriyorsa onu yapıyorum. Planlı değilim, çok prensiplerim yok, kocamı seviyorum, iki çocuğum var, onları da seviyorum. Bu kadar.

Yorgun günler geçiriyorum. Yorgunlukla yaşamayı öğrendim. Bu yorgunluğumun arasında beni dinç tutan alanları da biliyorum. Kendime ait  bir odam, okuduğum kitaplarım, yaptığım yürüyüşler, seslendiğimde yatağın diğer ucunda efendim canım diyen bir kocam var. İki minik çocuğum, baktıkça sürekli şükretmemi sağlayan; daha ne olsun. Sahip olduklarımla mutluyum.

Bir gece, karanlık bir vakit, oradan arabayla geçerken, Çekirge Meydanında direksiyondan inip; sen geç, sen kullan ben bakayım dedim. Köşk Pavyon’un oraya gelmeden caddedinin karşı tarafında kitapçının hemen üstündeki kuaförde saçlarını yaptıran travestiye baktım uzun uzun. Üzerinde şeffaf transparan bir elbisemsi. Aynanın karşısında ayakta duruyor, aksine bakıyor. Yüksek ihtimal makyajını kontrol ediyor. Yüksek ihtimal burada değil de uzaklarda bir şehirde annesi, yatsı namazının ardından elinde Kur-an dua okuyor ogluna. Aynı vakit, aynı anda. Biri aynadan, öteki duadan medet umuyor.


Ben de yazıdan,
Billahi kafam dağılsın diye…

14 Haziran 2011 Salı

Çocuklarıma Mektup

Yavrularım,

Çocuk yetiştirmek meselesi insan yetiştirmek meselesi. Esaslı bir mesele. Karnını doyurayım, üstünü örteyim, altını değiştireyim olduğu kadar üzerinde düşünülesi bir mesele.

Neden anne baba olmak istedik biz babanızla; yetiştirelim istedik sizi. Doğrularımızla şekillendirelim, evliliğimize bir hayat gelsin dedik. Oturduk bunun hayalini kurduk. Burnu kime benzer, ellerinin yapısını kimden alır, sinirlenince benim gibi ayaklarını birleştirir zıplar mı yoksa babanız gibi sessizleşir mi bunu düşündük. Hangi mesleği seçer, oyunu hangi partiye atar, hangi takımı tutar acaba diye heyecanlandık. Aşık olursa ne yapar dedik, aşkı yaşar mı ki acaba dedik, umduk. Bir aşk yaşasın evlensin çocukları olsun biz de bunu görebilelim diye iç geçirdik, kalabalık bir sofra kurabilelim dedik, çocularımızla uzun masa sohbetleri edelim diye hayallere daldık. Biz iki yıl içinde toplamda sekiz ayak ettik. Hayret!

Önce kızım geldi dünyaya, nazlı kızım, derin kızım, boncuk kızım, papatya kızım ve bereketli kızım. Seninle anne baba olduk biz yavrum. Öyle kıymetlisin ki.

Ardından oğlum çıkageldi hayatımıza, kendisi gelmeye karar verdi. Kararlı oğlum, kafasına koyduğunu yapan oğlum, akıllı oğlum, benim biricik oğlum. Öyle değerlisin ki.

Biz babanızla çok korktuk çocuklar, hayattan çok korkmaya başladık. Tuhaflaştık, ilişikimiz de hayata bakışımızda evrildi. Sizinle dünya çok daha yaşamaya değer lakin bir o kadar da çok ürkütücü.

Biz babanızla çok cesur olduk çocuklar, sizin güvenliğiniz ve sağlığınız için serinkanlı olmayı öğrendik. Sakin kalabilemeyi başardık, her ikimizinde karakterinde bulununan bazı huylar törpülendi, kendiliğinden, hızlıca.

Canım kızım 3,5 yaşındasın, kararlı oğlum 2,5 yaşındasın, şimdi beni iyice dinleyin. Anne öğüdü vereceğim sizlere. Bunu da buraya yazıyorum ki tarihe not düşülsün, asılı kalmasın havada.

Kendinize karşı saygılı olun, kendini sevmeyen ve saymayan bir insanın ne kendine ne başkalarına hayrı olur. Benim pıncırık kızım, şimdiden göbek önde gidiyorsun, ilerde sakın kilo alırım diye bedenine küsme olur mu? Ruhun hafif olsun, bir iki kilo fazlanın sana hic zararı olmaz. İçin güzelse dışın da güzel olur, duru gibi su gibi. Zaten kendini seven insan bedenine de saygı duyar, korur, kollar. Di mi benim yakışıklı oğlum?

Çevrenize karşı saygılı olun. Ağaçların biz insanlarla birlikte milyonlarca yıldır bu yerkürede yaşadığını aklınızdan çıkarmayın. Onlar sayesinde karnımızın doyduğunu, ağaçların bizden daha uzun yaşadığını, yaşaması gerektiğini unutmayın. Toprak hayattır, toprak can verir, toprağa karşı kendimize olduğumuz kadar özenli olmalıyız. Çoraplarımızı çıkarıp çıplak ayaklarımızla toprağa değdiğimizde ne kadar farklı hisettiğinizi sık sık anımsayın.

Tüm canlılara karşı saygılı olun. Sadece insanların bir düzeni yok dünyada. Gezegenimizi başka varlıklarla da paylaşıyoruz. Ben size öğretmeye çalışıyorum gerçi ama buraya da yazayım; soğuk havalarda kedicikler kara basarken çok zorlanırlar, sevmezler karı. Kar yağdığı zaman bu sebeple ulaşabilecekleri yere su bırakıyoruz, susuz kalmasınlar diye. Bahçemizdeki su kovası bu işe hizmet ediyor yaz mevsiminde de. Çok miskin oluyor bu kedi milleti, su bulmaya bile üşenebiliyorlar, hava da sıcak zaten, ne edelim vermeyelim mi, vermeliyiz çocuklar. Ekmek kırıntılarını da kargalar icin bahçenin alt köşesine bırakıyoruz. Kargaların ceviz diktiğini biliyor muydunuz? Cevizi insan dikerse tutmazmış toprak, kargalar ağızlarıyla taşır bir şekilde toprağı eşeler cevizi dikerlermiş. Yani eğer kargalar olmazsa cevizler de olmaz. Ne kadar ilginç bir düzen öyle değil mi?

Paraya çok değer vermeyin. Bir kağıt parçası deyin, hayatınızı esir etmenize izin vermeyin. Ne kadar kazandığınızdan çok, nasıl kazandığınıza dikkat edin. Bir başkasının hakkını yemeyin, boş boş oturup başkaları üzerinden geçinmeyin. Kızım sakın koca parası yeme olur mu? Oğlum, aman oğlum, patron olma oğlum, zalim olma oğlum, zulum yapma oğlum. Çalışkan olun çocuklar, sabahları gidecek ve tüm gün severek yapacağınız bir işiniz olsun. Paranızı kazanınca ellerinizi kollarınızı doldurup eve gelmenin huzurunu yaşayın. Üretmek tüketmekten daha heyecanlı olsun hayatınızda.

Elitist olmayın; paraya rahata konfora çok çabuk alışılır. Hiç alışmayın. Apolitik olmayın. Uçağa hayatları boyunca hiç binemeyecek olan milyonlarca insan olduğu gelsin aklınıza, businnes sınıf bilet reklamlarını izlerken. Üzerinize bir elbise alırken o elbisenin çocuk işçiler tarafından uzak bir ülkede yapılıp yapılmadığını düşünecek kadar bilinçli olun. Markette alışveriş yaparken orada çalışanların tüm gün günışığını görmediğini aklınıza getirin ve alışveriş sonrası kibarca kolay gelsin demeyi ihmal etmeyin. On çift ayakkabı alacak kadar görgüsüz olmayın. Beş çift güneş gözlüğünüz olmasın. Paranızın bir kısmını ihtiyacı olan bir başkası için ayırmayı alışkanlık edinin. Paylaşın, paylaşamanın huzurunu doyasıya yaşayın.

Ömrünüzü zenginlik içinde geçirin. Farklılıklara vakıf olun. Dünyada sadece türkler yaşamıyor, çinliler de var, yahudiler de var, sosyalistler de var, zenciler de var, eskimolar da var, liberaller de var, boşnaklar da var, brezilyalılar da var, budistler de var, lezbiyenler de var, ateistler de var. Hepimiz önce insan evladıyız, sonra yemek yiyoruz, tuvalete gidiyoruz, osuruyoruz, gülüyoruz, uyuyoruz. Herbirimizin şartları çok farklı. Mesela siz Türkiye’de bir hastanede doğdunuz. Moğalistanda dağlık bir bölgede, bir köy evinde doğmadığınız için; diş fırçanız var ve dişlerinizi fırçalayabiliyorsunuz. Kader bu demek çocuklar. Önce insanz, önce insanız, önce insanız. Sonra türk, sonra müslüman, sonra sosyallist ya da hangi kimliği ilerde öne çıkarırsanız. Hnagi kimliği seçer hangisine kendinizi yakın hissederseniz hissedin farklılıklara her zaman saygı gösterin, özen gösterin. Kimseyi inancından, ırkından, teninin renginden, cinsel terchinden, kazandıgı paradan, doğduğu yaşadığı yerden ötürü sakın ama sakın yargılamayın, ötekileştirmeyin.


Çok kitap okuyun, çok okuyun, benden daha çok okuyun. Çok film izleyin, çok yer gezin, müzik hayatınızın orta yerinde hep fon olsun, dans edin, sanatla iç içe olun, sergi dolaşın, müze gezin, keyifle yaşayın. Yaşayalım, insan olmanın keyfini bolca çıkaralım, kediler nasıl miskinliğin keyfini çıkarıyorlarsa biz de kedi millletine inat bol bol kitap okuyalım. Okumak bir serüven, yolculuk. Okuyarak geçmişi, geleceği, gidilebilecek yerleri, kültürleri, hiç yaşamadığımız duyguları tecrübe edebiliyoruz çocuklar. Ne kadar hayranlık verici düşünsenize. Sizi kitaparlımı sevdiğim gibi çok seviyoru-z-m.

Hayatınızda aşk olsun. Aşk daim olsun. Sevgiliniz olsun, yüreğiniz pır pır etsin, aklınız aşkınızda olsun. Aşk enerji versin yaşamınıza, gözlerinizi parlarken göreyim ben. Arkadaşlarınız olsun, hatta dostlarınız. Arkadaş için çiğ tavuk bile yenir derler ya, yeyin çocuklar. Arkadaşlıklarınıza değer verin, önemseyin.

Tüm bu öğütlerimi gerçekleştirebilmeniz benim en büyük dileğim. Bunun için size örnek olmaya özen gösteriyorum. Elimden geleni yapmaya gayret ediyorum. Benim güzel ülkemde, ülkeyi yönetmek için seçimler oldu, oyumu verdiğim parti kazanamadı. Oy vermediğim bir parti kazandı. Üzüldüm, öfkelendim de. Ama inancımdan ve doğru bildiğimden vazgeçmedim. Bazı arkadaşlarım öyle karaları bağladılar ki hayret ediyorum anlayamıyorum. Bu ülkede yaşadığı için utandığını söyleyen, aptal olduğumuzu düşünen, cahil olduğumuza neredeyse ikna olan, hayıflanan. Çocuklar ben böyle değilim. Hayıflanacak bir şey yok, karalar bağlayacak bir durum da yok.

Çok çalışmamız lazım, daha fazla. Az laf, çok iş.

Hadi bismillah.