30 Kasım 2010 Salı

Mutfak Mevzusu

Sevmiyorum mutfağı, yani mutfağı sevmem için sanki birçok malzemeye ihtiyacım var gibi bir düşünce içindeyim. Bir kere bol vaktim olacak, mutfağım çok büyük ve konforlu olacak, bu konuda bilgilerim olacak, baharatları tanımam gerecek, düdüklü tencerenin ne işe yaradığını öğrenmem gerekecek, bir derin dondurucu mevzusu var mesela, onu net bir şekilde açıklığa kavuşturmam gerekecek, çok teferruatlı bir iş. Ama özenmiyor da değilim. Hani böyle mutfağa gireyim afili mutfak malzemelerim olsun, onları karıştırarak değişik yemekler yapayım vs. vs. Lakin üstte yazdığım nedenlerden ötürü yok ben almayayım durumu daha baskın.

Yemek yemeyi çok seviyorum ama. Hazır yemekleri götürmekte üstüme yok. Nerede ne yapılır, nerenin nesi meşhurdur bakın bunu çok güzel anlatabilirim. Hangi yemeği kim iyi yapıyor bunu da çok iyi bilirim. Tembellikle alakası yok bu durumun, tamamıyla bilgi eksikliği ve tercih meselesi diyelim. Küçük bir kız çocuğu iken annemden rica ederdim, annecim bana da öğretsene derdim. Her seferinde aynı yanıtı alırdım. Yemeği ve ev işlerini herkes yapabilir kızım, buna ayıracağın zamanı kitap okumaya, sinemaya gitmeye, arkadaşlarınla vakit geçirmeye ayır. Aç kalmayacak kadar yemek yapmayı biliyorsun zaten. (Kastettiği: makarna pişirmek, patates kızartmak ve kek yapmak)

Ama ben annemi yemek pişirirken izlemesini çok severdim. Zevkle yapardı yaptığı yemekleri. Babam arardı gün içinde akşama ne yemek var diye, annem bir menü anlatırdı gururla, evlere şenlik. Sonra bize sorardı, ne istersiniz diye. Sipariş alırdı bizden, ne istesek pişirirdi. Öğleden sonraları ders çalışırken muhakkak bir tabak gelirdi masama, ya kurabiye, ya poğaça, ya kek, ya da ilginç bir meyve şurubu. Sabahları kahvaltı etmeden çıktığımı hatırlamam hiç. Reçel yapardı her yıl, sabahları küçük kaselerde üzerine ceviz serperdi reçellerin, zihnimiz açılsınmış. Sarelleyi bile evde yapabilecek kadar becerikli bir kadındı, canım annem benim. Her Pazar sabahı daha cumartesi gecesinden sipariş alırdı bizden, krep mi, sigara böreği mi, sucuklu yumurta mı, pizza mı diye. Anneme bayılırdım. Nehir’in blogunda okumuştum, nehircik’de annesini yemek pişirirken izlemeyi seviyor diye. Zavallı çocuklarım, allahtan anlayacak yaşta değiller.

Neden mi yazıyorum bunları, şu sıralar kafama takılıyor. Çocuklarım ilerde beceriksiz bir anneleri var diye üzülsünler istemiyorum. Ömür boyu babaanneleri mi pişirecek bize yemek, olmaz tabi. Yavaştan öğrenmem gerek şu mutfak konusunu. Kızım üç yaşında, üstüne birde dokuz ay hamilelik koy, neredeyse dört yıldır yemek pişirmiyorum desem abartmış sayılmam. Canım kayınvalidem, sağ olsun, yemekleri o yapıyor ve taşıyor hala. Hakkını ödeyemem. Henüz yeni gelinim hiç unutmam, bir gün jest yapacağım ona, zeytinyağlı dolma yapayım akşama da yemeğe çağırayım dedim, pazara çıkıp dolma biber aldım, malzemeleri internetten indirdim, yapılışını da. Dizdim mutfak tezgahının üstüne başladım yapmaya. Dakika bir gol bir. O dolma biberler nasıl ayıklanır çözemedim. Önce üstünü bıçakla keseyim dedim, yırtıldılar, kabak soyucuyla deneyeyim dedim, yine yırtıldılar, internette aradım taradım mamafih bulamadım, yok anacım kimse yazmamış. Teyzemi aradım son çare, gel allah aşkına bu biberlerin içine ulaşamıyorum diye. Geldi ve öğretti sağ olsun. Birazda el becerisi gerektiriyor sanırım ve yine sanırım ki o beceri bende yok! Fakat kararlıyım çözeceğim bu sorunu.

Bir de konunun şöyle bir kısmı var. Geçen hafta kızımla mutfağa girdik biz efendim. Kestaneli kek pişirdik birlikte. Becerebildiğim yegane şeylerden biri kek malum. Basit bir şey zaten kek yapmak. Her neyse bizim bızdık çok sevdi, kendisi yaptı neredeyse. Çırptı, karıştırdı, sütü ekledi, kestaneleri koydu, tepsiye kendisi döktü, fırına soktu, afiyetle de yedi. Bende çok zevk aldım, onunla mutfakta olmak bana çok iyi geldi. Annem gibi olacağım bende, çok detaylı ev işlerini ve yemek yapmasını değil ama bazı yemekleri öğreteceğim kızıma. Lakin önce kendimi geliştirmem gerek. Beni mutfakta görmeli çocuklarım. Bu eksikliğimi onlara hissettirmemeliyim.

Mutfak mekanının da bilinçaltımda ilginç bir yeri var. Önce onu da halletmem gerek sanırım. Mutfak benim neznimde sadece mutsuz kadınlara aitmiş gibi bir yerde. Mabet gibi, sığınılacak bir yer gibi. Mutsuzluktan kendini mutfağa adamış çok kadın tanıdım. Çoğu da ev kadınıydı. Kötü evliliklerinden, mutsuz hayatlarından kaçmak için mutfak onlara limanlık ediyordu. Kocalarıyla kavga mı ettiler, hemen bir turşu kuranlar ya da canlarımı sıkıldı evde hemen bir pasta pişirenler. Sanki yapacak işi olmayanların yeri gibi mutfak kafamda. Türkiye’de büyüdüm ben, geleneksel Türk ev kadını tipi kafamda hep bu manzara içinde ne yazık ki! Oysa aynı şartlarda bir Alman ev kadınını hayal ettiğimde böyle konforlu bir mutfak, mutlu bir ev kadını, bir sürü çocuk, saç örgüsü şeklinde kocaman bir ekmek ve kızarmış bir hindi geliyor gözümün önüne. Aynı şartlarda bir İngiliz ev kadınını hayal ettiğimde ise pis bir mutfak geliyor gözümün önüne ve hazır dışardan söylenen yemekler. Algılar, gördüklerimizden, okuduklarımızdan ibaret. Mutfak mevzusu derin mevzu diyelim yoksa zihnim kadın yazarların mutfak tanımlamasına kaydı kayacak...

Çocukken evimizin kalbi mutfakta atardı. Bizim evimizin kalbi şu an salonda atıyor ama. Bu cümleyi yazdıktan hemen sonra aklıma okuduğum bir yazı geldi, sanırım Yankı Yazgan’da okumuştum, Doğan Cüceloğlu’da olabilir net anımsamadım ama bir psikiyatristten okuduğumdan eminim. Bir kadın rüyasında mutfağının yandığını görüyordu. Aynı kadının kocası da rüyasında arabasının yandığını. Meğer evlilikleri kötü gidiyormuş, kadında evlilik mutfak mekanında erkekte ise arabada yer buluyormuş. Rüyamda kendimi hiç mutfakta görmüyorum ben: )

Bu da mutfak yazısı olsun, malum kızım da oğlum da son günlerde mutfak araç gereci oyuncaklarla pek bir haşır neşir oldular. Gün gelir onlarla birlikte pilavlı, böyle sarmalı dolmalı yemekler yapar mıyız,

Kim bilir…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder