16 Temmuz 2011 Cumartesi

Pavyon Geceleri


Bazen alayım başımı gideyim diyorum,,

Öyle durup dururken aniden. Yola, varacağım yeri bile düşünmeden, umarsızca.

Ama şimdi bunu düşünmeyeceğim. Ben en iyisi bunu yarın düşüneyim.

Ben bazen çok konuşuyorum. Çok konuşmaktan mütevellit başım ağrıyor. Sürekli kararlar alırken buluyorum kendimi. Onu öyle yapayım bunu böyle yapayım bıdı bıdı. Şimdi yazarken bile içim sıkıştı bak. Planlı yaşayayım diyorum, prensipli insanları gözümün önüne getiriyorum here hooop başka bir fikir geliyor aklıma. Mizacımın bu kısmınıda yarın düşüneyim ben.

Anne olduğumdan beri kendimden çok çocuklarımı düşündüğümü farkediyorum. Her farkedişte bir delilik yapıyorum. Delilik dediysem eski deliliklerim değil elbet. Artık daha sakin deliliklerim var. Mesela domates yetiştiriyorum. Ama bu yaptığım deliliklere bir örnek değil. Delianne, şimdi şu dakika seni andım içimden; ‘delilik’ deyince. Eğer okuyorsan burayı kitaplarını verdiğin ve ikinci ele girdiğin blog yazını pek sevmiştim ben. Ne diyordum; mesela tek başıma uzun yürüyüşler yapıyorum iş çıkışı. Uzun uzun yürüyorum. Yaşadığım şehirde bir cadde var. Bursalı’lar bilir. Altıparmak Caddesi. O caddenin başında iniyor tüm caddeyi yürüyorum bazen. Arabayla gecenin bir vakti dışarı çıkıyor o caddede turluyorum. Caddede bir sürü mağaza var ve bir pavyon. Köşk Pavyonu. O pavyonda çalışan kadınların kuaförleri de var ve gece belli bir saatten sonra değişik kadınlara, erkeklere ve travestilere ev sahipliği yapıyor orası. Gecenin diğer yüzü tüm cesaretiyle boy gösteriyor. Bende orada bir romancı merağıyla arabayla göz gezdiriyor/değdiriyorum. Ama bunu da yarın düşüneyim ben.

Şimdi şu paragrafa gelince bir şeyler anlatayım istedim. Bir filmden konuşayım, bir kitaptan alıntı yapayım ya da bir şarkı sözünden bahsedeyim dedim. Bu yazının deliliği bu olsun mesela. Hemen düşüneyim : Öyle çarpıcı bir sey olsun ki, yazıya hava katsın. Çarpıcı deyince aklıma gele gele Oldboy geldi. Bu kadar çarpıcılık yeter sanırım. Filmi izleyenler bilir, kutunun açılış sahnesini. Ayrıca asansördeki geçişi. Ne çarpıcı bir filmdir o. İnsan tokat yemiş gibi oluyor filmin sonunda. İşte bazen kendimi tokat yemiş gibi hissediyorum. Yarın düşünmem gereken bir konu daha…

Yarın düşüneyim dediğim konuları genelde düşünmediğimi iyi biliyorum. Anı yaşıyorum ben hep. An ne gerektiriyorsa onu yapıyorum. Planlı değilim, çok prensiplerim yok, kocamı seviyorum, iki çocuğum var, onları da seviyorum. Bu kadar.

Yorgun günler geçiriyorum. Yorgunlukla yaşamayı öğrendim. Bu yorgunluğumun arasında beni dinç tutan alanları da biliyorum. Kendime ait  bir odam, okuduğum kitaplarım, yaptığım yürüyüşler, seslendiğimde yatağın diğer ucunda efendim canım diyen bir kocam var. İki minik çocuğum, baktıkça sürekli şükretmemi sağlayan; daha ne olsun. Sahip olduklarımla mutluyum.

Bir gece, karanlık bir vakit, oradan arabayla geçerken, Çekirge Meydanında direksiyondan inip; sen geç, sen kullan ben bakayım dedim. Köşk Pavyon’un oraya gelmeden caddedinin karşı tarafında kitapçının hemen üstündeki kuaförde saçlarını yaptıran travestiye baktım uzun uzun. Üzerinde şeffaf transparan bir elbisemsi. Aynanın karşısında ayakta duruyor, aksine bakıyor. Yüksek ihtimal makyajını kontrol ediyor. Yüksek ihtimal burada değil de uzaklarda bir şehirde annesi, yatsı namazının ardından elinde Kur-an dua okuyor ogluna. Aynı vakit, aynı anda. Biri aynadan, öteki duadan medet umuyor.


Ben de yazıdan,
Billahi kafam dağılsın diye…

1 yorum: