28 Ekim 2010 Perşembe

Nurturia'ya...

Damla yazmış soruları öneri olarak, bunların üzerinden gitmeyi planladım önce, lakin sanırım yine yazı beni yine götürecek,,


Damla kim mi, Damla Nurturia’nın fikir annesi. Tanışmadım, hiç de görmedim. Zaten Nurturia’dan kimse ile yüzyüze görüşemedim henüz. İyi bir fikir atmış ortaya, anladığım odur ki; kocası da ciddi ciddi oturmuş, çalışmış, böyle bir site kurmuşlar. Çok da iyi etmişler. Bir sürü anne ile az da olsa birkaç baba ile gün içersinde konuşup duruyoruz. Hiç susmadan. Malum bünyemde müsait, bıdı bıdı, sürekli, genelde çocuk ekseninde lakin her konudan. Rutinim oldu benim Nurturia kısa bir zaman içinde, herkes o kadar gerçek o kadar samimi ki, saçmasapan yaptığım bir güncellemede bile geri dönüş oldukça mutlu oluyorum.

Nurturia ile montessori blogu, elfana, pratikanne ve blogcuanne sayesinde tanıştım ben. Önceleri takip ettiğim yegane bloglar bunlar idi. Montessori blogundan elfana ve pratikanne’yi keşfetmiş onlarda bloglarında Nurturia’dan bahsedince öylesine bir göz atayım demiştim. Üye oldum ve amanında amanın kimlerle kimlerle tanıştım. Gerçekten ilginç bir site, bir ruhu var, enerjisi var. Buna inanıyorum. Orayı orası yapan elbette katılımcılar demem o ki; Hayat veren tüm kadınlara Damla üzerinden önce bir teşekkür edeyim. Kimi yazsam eksik kalacak, dolayısıyla her bir nurturia kullanıcısı anne benim için değerli. Ayrıca Damla biliyorum ki okuyacaksın burayı, aklına sağlık arkadaşım, ne iyi etmişsin bunu düşünmekle. Birde tez vakitte bana şu logo nasıl koyulur bloga anlatıver yahu. Aradım taradım mamafih bulamadım: )

Nurturia sayesinde bazı kayıtları tutmakta kolaylık yaşıyorum, bunu buraya yazmam şart. Çocuklarım çok sık hastalalanan çocuklardan ne yazık ki, evde hep bir çetelem olur benim. Şu tarihte şu ilacı kullanmışım gibi. Nurturia’daki anı defteri ve güncellemeler acayip fonksiyonel. Diyelim kardeş ne zaman hastalandı ve en son ne zaman hangi ilacı kullandı, hooop bir tarıyorum kardeş güncellemesini anında önümde. Eskisi gibi ajanda aç doktoru ara derdinden kurtuldum.

Anı defteri benim duygusal yönümü okşuyor, evde tuttuğum günlüğüm gibi; Papatya kızım bugün bana şöyle dedi, yakışlı oğluşum bugün uçacağını sanıp üzerime atladı gibi. Her anı defteri güncellemesinin altına çocuklarım için bir cümle yazmaya özen gösteriyorum, evdeki günlüğüme de öyle yaparım. Hani büyüyecekler ve ben onlara bu günlüklerimi göstereceğim ya, sonra da bana sarılıp annecim diyecekler ya…

Bir sürü bilgi ediniyorum oradan, buradan, kitaplardan, internetten, çevremden. Annelik üzerine olan bu bilgileri kiminle paylaşacağım, kime danışacağım, nasıl emin olacağım, elbette Nurturia’da olan arkadaşlarımla. Bana kattığı en önemli durum budur: Fikir alışverişi. Bak ikicocukannesi bence şöyle yapmak daha mantıklı, bak ikicocukannesi ben olsaydım böyle davranırdım, sakın alma ikicocukannesi ben aldım hiçbir işe yaramıyor, muhakkak al ikicocukannesi hiç acıma o vereceğin paraya acayip fonksiyonel bir oyuncak ya da ikicocukannesi bu kitap var mı kitaplığınızda benimki bayılıyor not al sor kitapçına. Bana ve abla ile kardeşe en önemli katkısı budur Nurturia’nın…

Damla ne dilersiniz diye sormuş ne dileyeyim; Nurturia için huzur diliyorum. Çok zor bir şey bu biliyorum, yüzlerce kadının, yüzlerce farklı yerlerde büyümüş, farklı anneler tarafından yetiştirilmiş kadının elbette aynı şekilde çocuk yetiştirmesi ve aynı şekilde düşünmesi mümkün değil. Aslında düşünecek olursak farklı görüşler zenginliktir; ama kimi kişiler ben bilirim benim dediğim doğru benim ki aslolan demeye meyilli olabilirler. Kimi karakterler baskındır, kimi karakterler ukala, kimi karakterler de savruk. İnsanın olduğu her yerde hata olur, Nurturia’yı Nurturia yapan anneler olduğuna göre kaçınılmaz olan şey fikir ayrılığı. İş burada biz annelere düşüyor, yazarken özen göstermeyi başarmakta. Demem o ki; Burada bir kişinin eksikliği bile Nurturia’nın dimağini azaltır, bir arada bu kadar farklı insanı nasıl tansiyonu yükseltmeden idare edebilirsin, bol kolaylık: ) Herkes yavrusu için yazdığını yavrusu için çaba sarfettiğini hiç unutmasa keşke.


Unutmadan,
Yine Nurturia’da tanıdığım bir arkadaşımdan öğrendiğim şarkıyla bitireyim yazımı:

Hapi börtdey tu yu,
Mandalina suyu,
Yap çişini uyuuuuuuuuuuu,
Hapi börtdey tu yuuuu..

Nice Senelere Nurturia,
İyi ki doğdun ve iyi ki birçok güzel yürekli anneyi tanımama vesile oldun.

Nurturia Anneleri;
Çocuklarımın hastalıklarında ve her güncellemelerimde iyi ki yanımda oldunuz,
Bayılıyorum...

Logoyu beceremiyoruz bari linki yazalım di'mi:
http://www.nurturia.com.tr/.

27 Ekim 2010 Çarşamba

Yüksek Tansiyonlu Çınar Ağacı Kurumasın Anne

Kedilerden konuşulabilir pekala, ya da kadınlardan ya da kedi seven kadın yazarlardan. Hooop ilk aklıma Virginia Woolf düştü, onu geçtim bu kez aklıma gele gele Ayn Rand geldi. Yahu bu iki kadın da hem Türk değil, hem de anne değil. Bizden bir örnek hemen, anne olsun ya da olmasın ama bir Türk kadın yazar olsun, kim diyelim; Lale Müldür, mor kadın. Anne değil o, geçelim. İçimden başka bir renk tutayım yok yok dışımdan da söyleyeyim; Pembe. Pek tabi pembeyi çağrıştıran ilk kadın yazar: Hem Türk hem de anne. Dırırırırnının: Elif Şafak. Elif Şafak'ın çok zor anne olduğunu biliyor muydunuz? Algı meselesi işte, doğuran ve doğuramayan kadınları hep ayrımsarım.

Benim bu giriş paragraflarıyla ciddi sorunum var eminim:) Durum şudur ki; sabah erken geldim ofise, niyetim Yüksek Tansiyonlu Çınar Ağacı'nı detaylamak, yazıyı bir an önce nihayete kavuşturmak idi. Bir yandan da kafamda bugünkü iş planı. Şu cümleye kadar iki telefon görüşmesi ve önüme gelen bir faksı öteledim ama aklım hala Yüksek Tansiyonlu Çınar Ağacı'ndan çok Yazarlığın kadın erkek ayrımı ile bir bağlantısı olup olmadığında ve doğuran kadınlar ile doğurmayı seçmeyen kadınların hayattaki duruşunun çarpıcı farkında.

Uzatmaya, çok konuşmaya ve zihnimin karışık/dağınık çalışmasına alışığım ben. Hala konuya gelemeyişimin sebebi bu pek tabi:) Bu yaşıma kadar öğrendiklerimin, okuduklarımın etkisi olabilir bu durumla alakalı. Şu dakika düşünüyorum komplike çalışan bir zihin iyidir yahu, mesela doçentler. Adamlar/kadınlar yaşlandıkça değerleri artıyor zira işleri gereği sürekli yeni bir şeyler öğrenmek kendilerini geliştirmek durumundalar. Acaba okuduğumuz bu şaşırtıcı kitaplar bebeklerimizin zihninde nasıl bir şekil alıyor, ben bunu da düşüneyim. Şunu şunu; korkutucu öğelerden çok, şaşırtan imgelerin hayal gücüne bir katkısı var mıdır, işte bunu düşüneyim:)) Pek tabi bu yazıyı bitirdikten sonra, şimdi yeniden Yüksek Tansiyonlu Çınar Ağacı'na dönmeyi deneyelim hep birlikte,,

Canım Behiç Ak yazmış ve resimlemiş kitabı. Günışığı kitaplığından çıkıyor kitap. Yaklaşık iki aydır evimizde, mütemadiyen iki gecede bir özel istek üzerine odasına geçip kitabı dolaptan alıp tekrar koltuğa dönüyorum çiçek kızım için. Tam olarak şöyle oluyor. ''Annesi annesi hani Yüksek Tansiyonlu Çınar Ağacı? Hepsini getir annesi ben çınar ağacı'na bakmak istiyorum annesi.'' Harika bir kitap, güzel bir kitap, çok çok çok sevdiğim bir kitap. Ne zamandır aradığım bir kitap idi. Yayını durmuş ve basılmıyordu. Kitapçımdan kırk kez sipariş etmiş ve her alışverişte sorup yok henüz gelmedi dediklerinde üzülmüştüm. Bir Cumartesi yeniden basıldığını ve kitapçımın sipariş ettiğini hatta artık ellerine ulaştığını öğrenince çok sevinmiştim. Kitap alışverişini internetten yapamıyorum ben. İlla dokunacağım, illa sayfalara değeceğim, ötekisi mümkün değil. İnterneti araştırıp listelemede kullanıyorum, satın alma işini de kırk yıllık kitapçımdan. Ne diyorduk evet evet iyi ki basılmış.

Hikaye süper, kahramanlar ve tüm çizimler acayip şaşırtıcı. Behiç Ak döktürmüş, ellerinden öperim. İlginç bir köyü resmetmiş, köydeki ilginç bir çınar ağacını. Ayşe, babası İbo ve Ahmet ile denize kıyısı olan hatta denizin içinde olan bir köyde yaşamaktadır. Ayşe'nin babası İbo, yüksek tansiyon hastası göbekli ve sürekli uyuyan horlayan bir adamdır. Ayşe için babasının gövdesi harika bir oyun alanıdır. Çiçekli şapkalı Ayşe babasının göbeğine oyun halısını serer, üstüne mutfak setini koyar oyun oynarmış. Evin kedisi İbo'nun başının üstünde pinekler, evin kuşları babasının horlayan ağzının içine yuva yaparlarmış. Bir sabah Ahmet koşarak eve girip  Ayşe'ye çınar ağacının kuruduğu söyleyince Ayşe büyük bir hayal kırıklığı yaşar doğal olarak. İnanamaz, zira Çınar ağacı köyün kalbidir, köyün merkezidir çünkü; köydeki kadınlar Çınar ağacına çamaşır serer, çocuklar balonlarını asar dallarına, köklerine kayıklar bağlanır hatta köyün müezzini bile minareyi ağaca taşır ezanı oradan okurmuş. Çocuklar ağacın gövdesinin içine gizli bir oda yapıp oraya soba kurmuşlar üstünde çay demlemiş, saklambaç oynamışlardır. Şimdi Çınar ağacı eğer kuruduysa...

O kadar güzel detaylar var ki kitapta, örneğin köydeki evlerin pencereleri balık şeklinde, çatıları mantar şeklinde. Çatı üstlerinde merdivenler var ve kediler bu merdivenleri kullanıyorlar. Her sayfada kedi figürleri, merdivenler, toplar, İbo'nun ağzına yuva yapmış kuş, Ayşe'nin cebindeki makas, Ahmet'in başındaki elma, İbo'nun kollarına kurulan kaydırak ve bacağına dayanan salıncak son derece ilginç. Bende kızımda bayıldık. Lakin kitap üç yaş altı bebelere uygun değil, şaşırtayım derken çocukların soyut imgelerle kafalarının karışması çok olası. Dolayısıyla soyut ve hayal ürünü bir kitap olduğunu anlamayacağını düşünüyorsanız bekletin derim. Yazarın Türk oluşu harika. Bizden imgelemeler çok var kitapta; mesela çaydanlık resmi, soba resmi, dikiş makinası resmi hatta komik bir minare ve müezzin. Noel baba'dan bin kat daha iyidir:) Ciltli bir kitap değil, sayfaları ince ama dayanıklı. 9.5 Tl ödedik fiyatını da yazalım tam olsun.

Kızımla bitirelim;

- Bak annesi, bak bak annesi gördün mü kedicik nasılda tırmanıyor çatıya, bak bak annesi çocuk kaydıraktan nasıl da kayıyor, tıpkı benim gibi di'mi annesi? Ama annesi Yüksek Tansiyonlu Çınar Ağacı kurumasın di'mi annesi?

- Di kızım,
- Di benim papatya kızım.

26 Ekim 2010 Salı

Eveleme Develeme

Öhöm öhömm, ses kontrol bir iki bir iki; Hımmmm,,

Portakalı soydum, yok yok bu kez başka bir tekerleme söyleyeyim; Eveleme develeme taze tuzi berber kuzi oncuk boncuk develeme çocuk hadi sana dedim sen çık. Ebe oldum, Hoppp Başak, sobelemişsin, Öyleyse devam: )

Bazı soruların bende vuku bulmuş cevapları, buyurmaz mısınız?

1. Boncuğunuza kitap seçerken en çok önem verdiğiniz kriterler neler?

- İçerik ve çizim pek tabi. Ne anlatıyor nasıl anlatıyor, içeriğinde onu korkutacak bir şey var mı? Somut karakterler mi yoksa soyut bir çizim var mı, bunlara dikkat ederim.

2. Bir kitabın kapak tasarımı sizi cezbeder mi?

- Tasarım derken, yok canım ne alaka: ) Kendime seçerken önemsiyorum da, kızım ve oğlum daha çok içine bakıyorlar, dışına değil: )

3. Çocuk kitaplarının didaktik yaklaşımlarını nasıl buluyorsunuz? (Kolay buluyorum felan diyen olursa-ki ben olsam derdim ya neyse- mızıkçı yazacam)

- Didaktik yaklaşmalara izin vermiyorum, zira ben metini değil, daha çok kendi uydurduğumu okuyorum.

4. Çocuk kitaplarındaki resimler nasıl olmalı sizce? Hikayesini beğendiğiniz bir kitabı ilüstrasyonlarından dolayı almamazlık ediyor musunuz veya tam tersi oluyor mu? Hikayesi uyduruk olan bir kitabı grafiklerine aşık olarak aldığınız oldu mu? Grafiklerde aradığınız temel özellikler var mı? Varsa nedir?

- Çizimler her şey demek, en önemli kriterlerden benim neznimde. Aradığım bir takım temel özellikler var tabi; Mesela gerçekçi olacak insan figürü, çok güzel insanlar değil kusurlu insanlar olacak. Çizer detaycı olacak, bir sayfada muhakkak ilginç bir çizim barındıracak. Gerçek hayatta karşılaşamayacağı imgeler çıkacak çocuklarımın karşısına, örneğin bir dinazor ya da  bir ameliyat odası ya da bir uzay mekiği. Ayrıca hayal gücünü ufkunu genişletecek; Örneğin balık şeklinde bir pencere, pembe elbiseli bir kurbağa ya da sekiz kollu dans eden bir ahtapot. Buradaki bir diğer önemli ayrımsama : Hayal gücünü geliştereyim derken yaşıyla doğru orantılı hareket edecek çizer, korkutmayacak.

5. Çocuğunuzun şu anda en çok sevdiği 3 kitap hangileri? Bu kitapların bir ortak yönü var mı?

-  Abla; Yüksek Tansiyonlu Çınar Ağacı (Bir sonraki önerimde detaylayacağım), Ayağına Diken Batan Süper Karga ve Pırtık Tekir. Kardeş : Ayıcık ve Ben (Bir sonraki önerimde bu kitabı da detaylayacağım) , Köstebek Kuki ve Yağmurlu Bir Gün. Ortak yönü yok kitapların, herbiri için farklı sebeplerimiz var.

6. Bir çocuk kitabı yazsanız hangi temayı işlemeyi düşünürdünüz, ya da temasız öylesine bir masal mı uydururdunuz?
 
-  Bol zıplamalı, bol fırlatmalı, bol toplu, bol koşuşturmalı basit bir konu uydururdum ben ve kitabım mor olurdu, kızıma uyumadan evvel anlattığım bir masal var, onu yazardım. Oğluşuma da yüksek ihtimal sık sık düşen ve sürekli  koşan bir karakter uydurur onu yazardım. Kendilerinin çizmesini isterdim kitabı, onların çizimleriyle katılımlı bir kitap: )
 
Gururla takdim edildi:)
İki çocuk annesi tarafından.
Ne havalı ne havalı,
Aman da aman:)
 
Not 1 : Yazarken kendimi pek önemli hissettim.
Not 2 : Bızdıklar büyüsün onlarla röportaj yapılsın istedim.
Not 3 : Sobe sobe sobe. Üçlemek için yazılmış bir not olsun: ) 

25 Ekim 2010 Pazartesi

Dünyanın En Güzel Kedisi : Karpati

Bir uyku öncesi,,

- Annesi, annesi hepsini alalım, hepsini hepsini.
- Yok kızım, üç tane okuyacağız bu akşam, sen seç bakalım, önce hangisi olsun; Pırtık Tekir, Yavru Ahtapot Olmak Çok Zor ya da Ayağına Diken Batan Süper Karga.?
- Pırtık Tekir.
- Peki kızım, peki çilek kızım, önce Pırtık Kedi.;

Pırtık Tekir çalgıcı bir sokak kedisidir, parkta en yakın arkadaşı Hüsnü ile birlikte şarkı söylemeye bayılır. Aslan büstünün hemen altında, ekose şapkalarını önlerine koyarlar ve onları bir sürü kişi dinler. ‘Bak bak ekose şapkayı gördün mü kızım?’

- Ama anesi bak bu amca dinlemiyor?
- Evet kızım çünkü o amca telefonla konuşuyor. Hem telefonla konuşup hem bir başkasını dinlemek çok zor olur kızım.
- Söyle amcaya dinlesin.
- Peki kızım. ‘Bak amca; Pırtık Kedi ve Hüsnü’yü dinlesene sende. Kapa telefonu onları dinle.’

Sonraaa, Hüsnü sucuklu tostunu yemek için köşe başında oturur. Bu sırada Pırtık Kedi biraz dolaşmaya çıkar ve güzeller güzeli Karpati ile tanışır. Birbirlerine aşık olurlar.

- Bak bak kızım gördün mü Karpati ne güzel di’mi kızım?
- Çok güzel bir kedi annesi Karpati.

Ardından bir kapkaççı Hüsnü’nün şapkasını alır ve koşarak kaçar. Zavallı Hüsnü kapkaççıyı kovalmaya başlar ve olan olur. Gördün mü kızım, Hüsnü düşüverdi. O da ne; Bir ambulans geldi ve işte şu gördüğün hastaneye Hüsnü’yü götürdüler.

- Annesi, hani ben düşmüştüm, sonra hastaneye gitmiştik hani, o hastaneye mi götürdüler Hüsnü’yü?
- Evet kızım bak burası o hastane galiba.

Sonra Pırtık Kedi Hüsnü ile beraber şarkı söyledikleri aslan büstünün önüne gelir ve Hüsnü’yü bulamaz. Gece olur Pırtık Kedi Hüsnü’yü bulamadığı için çok üzgündür. Aklına güzeller güzeli Karpati gelir.

- Annesi söylesene Pırtık Kedi’ye, ‘’Hüsnü hastanede’’ desene.
- Sen söylesene kızım.
- ‘Pırtık Kedi Pırtık Kedi, Hüsnü kapkaççıyı kovalarken düştü, benim gittiğim hasteneye gitti, koş koş sende oraya git.’

Ardından Pırtık Kedi, Karpati’ye; ‘Karpati Karpati Hüsnü’yü bulamadım, bu gece sizde kalabilir miyim?’ der. Karpati de Pırtık Kedi’ye; ‘Tabi kalabilirsin Pırtık Kedi’ der ve evine davet eder. Artık Pırtık Kedi’nin yeni bir hayatı vardır. Sabahları evdekileri ayaklarını yalar, kilimin altına anahtarı saklar, teyzenin kalemini devirir, evdeki çiçekleri ve tavuğu yer ama geceleri başını yastığa koydukça arkadaşı Hüsnü’yü hatırlayıp hüzünlenmektedir. Bu sırada da Hüsnü hastaneden çıkmış, ayağı alçıya alınmış ve başı uf olmuştur. Üzgün Pırtık Kedi, Hüsnü’yü aramak için beraber şarkı söyledikleri yere gitmiş ama Hüsnü yerine sihirbaz bir adamı görmüş çok şaşırmıştır.

-Bak kızım gördün mü gördün mü sihirbazı? Bak bak şapkasından tavşan çıkarıyor, bak bak şimdi de kuş çıkarıyor, bak bak insanlar sihirbazın şapkasına para atıyorlar, gördün mü annecim?
- Annesi dur dur ben insanlara söyleyeyim Pırtık Kedi ve Hüsnü’yü buluştursunlar.

Dur kızım bak şimdi n’olacak: Karpati ve Pırtık Kedi’nin üç minik yavrusu olur. Afacan böyledir, Minnoş şöyledir (en çok Afacan’ı seviyor çileğim benim, üç dört kez Afacan’a bakıyoruz mütemadiyen) ve Cimcim Tekir böyledir. Afacan’ı bu iki çocuklu aile alır, Minnoş’u da işte bu aile. Ama Cimcim Tekir’i kimse istemez. Çünkü Cimcim Tekir, tıpkı babası gibi şarkı söylemeyi çok seven bir şarkıcı kedidir. Bunun üzerine Pırtık Kedi Hüsnü’yü bulmak için karısı Karpati ve oğlu Cimcim Tekir’e ‘Hoşça kal’ der ve Hüsnü’yü aramaya koyulur. Parktan geçer, tünele girer, gece olur gündüz olur ve sonunda Hüsnü’yü bulur.

- Yaşasın yaşasın, bak annesi nasılda sarılıyorlar, Karpati’de gelsin annesi, Karpati’de gelsin.

-Gelsin kızım gelsin ama dur bak ne olacak şimdi?

Sonraaaa Pırtık Kedi ve Hüsnü birbirlerine sıkıca sarılırlar. Birlikte eski günlerde olduğu gibi şarkı söylemeye başlarlar ama Pırtık Kedi bu kez Karpati ve eski evini özler. Ev sahibinin ayaklarını yalamayı, kilimin altına anahtar saklamayı sonra en çok da Karpati’yi. Sonraaa Pırtık Kedi’nin aklın harika bir fikir gelir ve Cimcim Tekir’i Hüsnü’ye verir. Artık herkes mutludur. Cimcim Tekir Hüsnü ile birlikte şarkı söylediği için, Pırtık Kedi ve Karpati de onları birlikte dinledikleri için.

- Ne güzel di’mi kızım?
- Annecim bu kez ben okuyacağım; Pırtık Kedi bir çalgıcı kedisidir….

Kitap kuşe kağıda basılı, sayfalar sağlam. Yırtılmıyor kolay kolay. Kardeş’e rağmen bizde yırtılmadı. Ciltli ve büyük boy. İş Bankası Yayınlarından çıkmış, Tostoraman’ın yazarı Julia Donaldson yine döktürmüş diyorum. Çizimler Axel Scheffer tarafından yapılmış. Son derece güzel, özellikle insanları ve kedileri gerçekçi resmediyor çizer, biz beğendik. Detaylı çalışıyor; mesela dondurma yalayan çocuk, sihirbazın elindeki minik toplar, kapkaççının sakalları, harika diyorum. Kızım bayılıyor , oğluşum da. Sadece onbeş tl ödedik biz, bunu da burada yazalım eksik bilgi olmasın. Eğlenceli kitap katagorisine giriyor bizim evde, alt metinde dostluk ve sadakat anlatılmış ama boğmamış yazar mesajlarla. 2 yaş üstü için ideal, öncesi için komplike olur diye düşünüyorum. Puanım : 10.

Üstte yazdığım metin kızım anlatış tarzım, kitabın yazarı da güzel yazmış, lakin ben metine bağlı annelerden değilim, illa kendimden katarım. Kitaplar bambaşka dünyalar, kızım bambaşka dünyaya gidiyor her gece, uyku öncesi ritüelimiz, vazgeçilmezimiz. Onunla birlikte kitap okumak, heyecanlanmak, şaşırmak, her seferinde, her kerseninde, her defasında..

Pek tabi kızımla bitiriyoruz;

- Annesi annesi dünyanın en güzel kedisi Karpati, di mi annesi?
- Di kızım,
- Di benim papatya kızım.

Asıl asıl not : Efenim pek tabi kitabın orijinal adı : Pırtık Tekir lakin Abla’nın sözlüğünde Pırtık Kedi olarak vuku buluyor.

Son son not : Kaleye mum dikiyorum hali hazırda, portakalı soydum’u söyledim, ebe ben oldum. Elma dersem çık armut dersem çıkma’yı duydum. Canım arkadaşım armut dedi, ilk fırsatta çıkacağım:)

Foto not: Günler 70 saat olsun ve ben fotoğraf çekebileyim:)

22 Ekim 2010 Cuma

Mavi Saçlı Kız ve Pal Sokağı Çocukları

Annem,
Bundan çok çok çok çok uzun seneler evvel,
İstanbul’da yaşadığımız ev,
Gecenin bir vakti,
Kitabım da kitabım diye tutturduğum bir uyku öncesi,,

Ranzamız vardı bizim, ben üstte yatıyordum, kardeşim altta. Annem yanıma çıkmıştı. Elinde benim kitabımla. Annem okuyor ben dinliyordum. İlk kitabım bu olmalı. O yıllarda şimdiki gibi böyle bol kitap olduğunu sanmıyorum. Küçük, kötü kaliteli bir kağıda basılmış, saman gibi sayfaları olan bir kitap. Ama resimli. Üstelik en sevdiğim hikayeyi anlatıyor. Bir kız çocuğu var o kitapta ve saçları mavi. Saçları mavi olduğu için arkadaşları onu istemiyorlar ama bu kız çocuğu mavi rengini çok seviyor. Giydiği tüm kıyafetleri de mavi, kalemi de mavi, oyuncakları da mavi. Sonra yavaş yavaş arkadaşları bu kız çocuğuna haksızlık yaptıklarını farkedip mavi bir dünyada yaşamak nasıl olur diye düşünüyorlar. Günlerden bir gün kızın doğumgünü oluyor ve arkadaşları kıza masmavi hediyeler getiriyorlar. En sevdiğim bölümü burası kitabın. Arkadaşlarıyla birlikte doğumgününde eğlendiği günün resmedildiği sayfa. Anneme defalarca okuttuğumu, defalarca kulaklarımı kocaman açıp dinlediğimi, defalarca doğumgünün olduğu sayfaya baktığımızı hatırlıyorum. Çok severdim.

Babam,
Bundan seneler seneler evvel,
İskenderun’da yaşadığımız ev,
Babama çok aşık olduğum yıllar,,

Biraz büyüyorum, babam tam bir kitap kurdu. Ona nasıl hayranım nasıl tarif edemem. Hala da öyle ya. Herneyse; babam bir gün okul çıkışı beni almaya geliyor, zaten beni almaya gelmesi benim için harika bir durum. Koşa koşa babamın arabasının yanına gidip arkadaşlarıma babamı göstermeye bayılıyorum. Babamla hep gurur duyuyorum. Arabaya biniyoruz babam diyor ki; Sana bugün bir kitap alalım mı? Ben seçeyim mi kızım ne dersin? Dünyalar benim oluyor. Babam, o çok sevdiğim babam, gözü gibi baktığı kitaplarını çok seven babam, bana bir kitap alacak. Çok heyecanlanıyorum. Kitapçıya giriyoruz, babama hoş geldin Ali Bey diyorlar, sipariş ettiğiniz kitap geldi. Babam beni tanıştırıyor kitapçıyla, siparişi kızım için yaptık bakalım sevecek mi kitabını diyor, gülümsüyorum. Daha okumadan çok seviyorum ilk kitabımı. Eve gidene kadar zor sabrediyorum. Eve giriyoruz, babam beni koltuğuna oturtup kitabı nasıl tutmam gerektiğini, sayfalarını nasıl çevirmem gerektiğini kısaca anlatıyor. Kitaplara saygıyı zaten babamdan hep gözlemlediğim için dikkatle dinliyorum. Sonra yemek yiyoruz ve baba kız yemekten sonra kitaplarımızı alıp okumaya başlıyoruz.

Kitabımın adı : Pal Sokağı Çocukları. Bir kahraman var ki kitapta Nemeçek; onu nasıl seviyorum nasıl seviyorum. Nemeçek için ağlıyorum kitabım bittiğinde. Kitaptan öylesine etkileniyorum ki, okurken ve sonrasında kendimi hep o mahallede hayal ediyorum. Sonra babama arkadaşlarımla bir klüp kurmak istediğimden bahsediyorum. Bu şahane fikrime babam bayılıyor ve sitemizin girişindeki küçük klubeye bir tabela yaptırıyor. Benim babam dünyanın en harika babası. Arkadaşalarıma babamın yaptırdığı tabelayı gösterip babamın asmasını izliyoruz. Tabelada Maceracı Çocuklar yazıyor. O kışı ve yazı ödevlerimiz yapmak oyun oynamak için hep o klubede geçiriyoruz arkadaşlarımla birlikte.

Kitaplar, benim hayatımda inanılmaz bir yere sahip. Kitap okuma alışkanlığımı da, kitaplara saygı duymayı da annem ve babamdan öğrendim. Her ikisi de kitap kurdular. Tüm çocukluğum onları kitap okurken görerek geçti. ‘En güzel hediye kitaptır’ cümlesini çok sık duyduğum bir aileden geliyorum. Kızımın kreşte arkadaşlarının doğumgünü olduğunda hep kitap hediye ediyoruz. Geçen hafta üç yaşına girdi ve dedeleri ile en yakınlarından birer kitap hediyesi aldı. Şimdiki şartlarda kitap alırken hiç sıkıntı yaşamıyoruz, zira harika kitaplar var artık çocuklar için.

Kitap önerilerinin olacağı yazılarım için başlık babında bu yazıyı yazdım, hani rol model diyoruz, anne-baba tutumu diyoruz ya o açıdan. Siz evde televizyon izlerseniz, siz evde temizlik yaparsanız, siz evde sürekli uzanır durursanız; sanmayın ki çocuğunuz kitaplarla ilgilenir, sanmayın ki cocuğunuz bir kitap kurdu olur...

Canım kızım,
Canım oğlum,
Kitaplar hayattır,
Size dünyayı vadeder,
Kitap gibisiniz,
Sizi çok seviyorum.

20 Ekim 2010 Çarşamba

Pıt pıt

Yürek ağrım, çileğim, çiçeğim, papatya kızım;

Şu sıralar hep bir şeylere geç kalıyorum ben. İşe, eve, saçlarıma bakmaya, ortalığı toparlamaya, arkadaşlarımı aramaya. Hep gecikiyorum. Hayatım tamamıyla bir koşuşturmaca. Bir şeyler hep eksik kalıyor, hep yarım yamalak. Seni düşünüyorum, kardeşini düşünüyorum ben size yetmeye çalışıyorum ama annecim. Özen gösteriyorum.

Beni üç seviyormuşsun, beş seviyormuşsun, geçen gece uyumadan evvel kendin söyledin. Ben seni bin beş yüz seviyorum yavrum, milyon kez seviyorum. Koşulsuz seviyorum. Hayat sana ne gösterirse göstersin, başına ne gelirse gelsin bu hiç değişmeyecek. Sen benim kızımsın bir kere, karnımda yaşadın, var mı ötesi?

Üç yaş ne demek, ben sana doyamıyorum kuzum. Mezuniyetini, evliliğini, anne olmanı görmek istiyorum. Hayatında bir sorun yaşadığında ya da sevindirici bir olay geldiğinde başına, ilk beni ara istiyorum. Ağlamaya ihtiyaç duyduğunda omzum, kucaklamaya ihtiyaç duyduğunda göğsüm senin olsun.

Uyurken bakıyorum sana, uyanıkken dalıyor gözlerim. Ben bir mucize yaşıyorum annecim sen bunun farkında mısın? Çok bekledik biz seni, henüz doğmadan babanla birlikte sana ninniler yazdık, masallar tasarladık sana okunmak üzerine kafamızda. Hani şu geceleri söylediğim pıtı pıtı pıtı kızımcım, çıtı çıtı çıtı kızımcım, benim minik kızım var, benim tatlı kuzum var, annesinin papisi, babasının kuzusu ile başlayan şarkı var ya, işte onu biz yazdık sana. Sonra şu anlattığım Zorki’li masal, hani Zorki parkta annesiyle salıncağa bir binmiş, bir zıplamış diye çırpına çırpına anlattığım.

Papatyam, sana hamile olduğumu öğrendiğim gün hayatım değişti benim. Evde şakayla karışık bir test aldık, kahvenin kokusu midemi bulandırınca. Hiç unutmuyorum günlerden Pazar. Akşamüstü. Testin sonucunda ikinci çizgide hafif bir pembelik fark ettik, gözlerimize inanamadık. Koştura koştura karşı komşuma gittim, ona da testi gösterdim. O da evet evet bu pembe deyince, doğru hastaneye. Akşamın o saatinde beta hcg testi yapılır mı, hadi yapılır diyelim, testin sonucunu beklemek için yarım saat nasıl sabredilir? Hadi sabredilir diyelim, hemşire elinde test sonucunun zarfıyla geldiğinde heyecandan, oturulacak yer aranır mı? Oturduk hastanenin bekleme salonunda kuzum. Baban ve ben; iki şaşkın ördek. Cesaret edemedik açmaya zarfı. Hemşire açtı ve demesin mi değer 286 diye. Ağzımdan çıkan tek kelime inanamıyorum oldu, bir hata olmasın. İnanamıyorum bir hata olmasın. Baban böyle konularda çok ketumdur. Kitlendi kaldı. Hiçbir tepki veremedi bana. Öylece…O sıralar bir arabamız yok, hiç unutmam, eve dönüyoruz, taksideyiz. Şoför hız yaptı biraz, baban bir hışımla, karım hamile, daha yavaş, daha yavaş. Gözümden akan bir damla gözyaşı, mutluluk, endişe, gurur, daha çok yürek ağrısı…

Ertesi sabah, tüm aile merkezdeyiz. Babaannen, iki deden, dayın, amcan, teyzem, karnımda sen. Usg monitörüne kitlenmiş, bir sürü göz. Doktordan çıkacak her kelime müthiş önemli: ‘Rahim duvarı kalınlaşmış, bu gebeliğe delalet, lakin testi tekrarlayalım, değer artacak mı, haftaya da kesenin oluşup oluşmadığına bakarız.’ Sabır ve endişe. Anneliğim hala böyle geçiyor benim. İyi ki değer katladı, iyi ki kese görüldü ve iyi ki ben bir sonraki paragrafı yazabileceğim;

‘Hayatım ben sakinim, sende sakin ol lütfen. Sakinlik kilit biliyorsun. Her şeye karşı hazırlıklıyız.’ Nasıl sakin olayım, bugün önemli bir gün, bugün bebeğimin kalp atış sesini duyabilirim, bugün gebe olup olmadığımı öğrenebilirim, bugün o okşadığım karnımın içini göreceğim, bugün bebeğimle ilk karşılaşmamız, ya da bugün bir kayıp yaşadığım resmileşecek. Boşu boşuna telaşe yapmayacağım.

Tüp bebek merkezi,
Pazartesi sabahı,
Aylardan Mart,
Zehir gibi bir soğuk,
Yıllardan 2007,,

Önce usul usul kapı açılır, pufta oturulur, ayağıma kocamın galoşları geçirmesine izin verilir. Kafamda bin bir türlü soru. Ya gebe değilsem, bu kadar ilgi, yine bir hayal kırıklığı. Peki ya gebeysem, bir an önce netleşsin, düşünmekten yorgun düşüyorum artık. Bekleme salonundayız, doktorumu görüyorum, hoş geldiniz diyor, buyurmaz mısınız? Tüm aile giriyoruz odaya. Önce kilom, sonra son regl tarihim, ardından tansiyonum. Sonra uzanır mısınız diye bir soru cümlesi. -Elbette uzanırım, ben buraya uzanıp bebeğimi göremeye ne kadar hevesliyim, bir bilseniz, işte şimdi şu dakika bu sebeple bir yaprak gibi tir tir titriyorum. Bir bebeğim olsun istiyorum, bunu çok istiyorum.- Doktor monitörü açıyor, delici bir sessizlik. Kocam elimi tutuyor, hepimizin gözü monitörde, delici bir sessizlik, -hala-. Yaklaşık bir dakika, bana milyon saat gibi geliyor, kocamın elini sıkıyorum, ellerim buz. Sonra seni fark ediyorum kızım, kalp atışını fark ediyorum, adımın ne olduğundan emin olduğum kadar eminim, ilk ben fark ediyorum seni. ‘Doktor Bey, ben gebe miyim?’ Endişe dağılacak şimdi, sessizlik bozuldu. Odadaki bekleyiş nihayete kavuştu kavuşacak: ‘ Hem gebesiniz, hem de bebeğiniz haftasına göre gayet iyi gözüküyor, bakın bu gördüğünüz hareket bebeğinizin kalp atışı, dilerseniz monitörün sesini açalım, dinleyelim’

Ben nasıl ağlamayayım, gözlerimden mutluluk gözyaşları süzülüyor, baban ellerimi öyle bir sıkmış ki, başımı ona çevirdiğimde onunda gözlerinden yaşlar döküldüğünü görüyorum, diğer elini saçlarıma götürüyor, usul usul senin ilk sesini bekliyoruz.

Pıt pıt, pıt pıt. Hiçbirimiz konuşamıyoruz, ne baban ne ben, ne babaannen, ne dedelerin, ne dayın ne amcan. Sadece senin sesin. Pıt pıt, pıt pıt. Dünyanın en güzel sesi, en harika sesi, en en en sesi. Doktor dakikada kaç kez attığını hesaplıyor, ben salya sümük. Pıt pıt, pıt pıt.

6 hafta 4 günlükken, ilk sesini duydum: pıt pıt. O gün bugün, bana anlam katan, renk katan, gümbür gümbür atan kalbin, yüreğimi ağrıtıyor, her bakışımda, her seni kucaklayışımda, her saçlarını okşayışımda…

Buraya hiç yazamıyor, yazsam bile yayınlayamıyordum. 16/10/2010’da üç yaşında oldun bebeklikten çocukluğa geçişin resmileşti, gel gör ki;

Sen hala benim minik bebeğim,
Minik kuzum,
Minik kızımsın,
Pıtpıtım benim.

Seni öyle çok seviyorum ki…