2 Mayıs 2011 Pazartesi

Aidiyet Yoksunluğu: Tüketim

Aslında giriş paragrafları tanıtım içindir, anlatılacak olan konunun tanıtımı yapılır, doğru güvenilir bir kaynaktan alıntı yapılır. Kural budur. Karakterimin giriş paragraflarıyla ciddi sorunu var. Direk gelişme kısmına odaklanıyor, kafamda şunu da yaz bunu da anlat düşüncesi parlıyor, dolayısıyla giriş paragrafı sönük kalıyor. Olsun, buraya kadar okudunuz mu, tamamdır, bir sonraki paragraftan devam edebiliriz.
 
Sıkıntılı günler yaşıyorum. Aidiyet yoksunluğu tavan yapmış durumda. Hayattaki duruşumdan ötürü yalnız hissediyorum kendimi. Benim gibi düşünen, benim gibi yaşayan insanların varlığını duymak içime su serpecek lakin son günlerde o kadar nadir ki. Herkes bir şeyleri tüketme derdinde gibi geliyor. Etrafımdaki birçok kişi. Tüketim çılıgınlığına dahil olan insanlardan muzdaribim.
 
Hiç ilgimi çekmiyor, sıfır. Kuzenime gidiyorum mesela, anneanneme, nefes almaya; benim kuzen son aldığı ayakkabıdan öyle bir bahsediyor ki, sanki ne bileyim, o ayakkabıyı eğer almasaydı ölecekti hehalde diye düşünüyorum. Beri yandan ofiste, asistanımla laflaşıyoruz, öyle bir anlatıyor ki son indirimleri, hatta anlatmakla da kalmıyor ekranından gösteriyor bir de, şaşırıyorum bu kadar önem vermesine. Bunalıyorum, kaçıyorum sürekli yazdığım Nurturia'ya. Aman yarabbim, aman allahım. İkea, Unando, Tchibbo, Limango, Markofoni adını ilk kez bu siteden öğrendiğim alışveriş siteleri, linkler...Buna dahil olmayı reddediyorum!
 
Nasıl oldu da son durum bu hale geldi, bunu da düşündüm. Önceden insanlar ne konuşurlarmış, nasıl yaşarlarmış acaba. Aklıma hemen  şu meşhur graffiti sanatçıları düştü, yazayım detaylayayım. Banksy'den bahsediyorum. Kendisi British Müzesine bir taş bırakmış, o taşı da müze yetkilileri koleksiyonuna katmıştır. Lakin taşın üzerindeki çizimleri yetkililer farketmemişlerdir, Çizim şudur ki hanımlar beyler; bir mağara adamının market arabasını nasıl itleyebildiği. Hakikten ironik.  
 
Biraz ruhla, biraz yaşam tazıyla, biraz çevreyle alaklı sanırım. Benliğimi uzun süreçte izole edebileceğime inancım yok, biraz fazla hayalcilik olur bu. Zira iki çocuk annesiyim. Üç gün sonra okula başlayacaklar, sosyalleşecekler ve değişken talepleri olacak. Bunun farkındayım. Dolayısıyla ekstrem hayaller kurmak yerine makul bir çerceveden yaklaşmayı planlıyorum. Aşama aşama. İlk etaptaki hedefim bu. Minimalize ederek. Özellikle onları yetiştirirken yalın kalmaya özen göstermeliyim. Annesinin bir ayakkabı ya da bir rimel için çıldırdığını gören bir kız çocuk, büyürken çıldırmanın ve tüketmenin doğal olduğunu düşünür bana kalırsa. Biz şimdilik bir kitaba dokunurken ya da bahçeye patates ekerken heyecanlanalım, bu arada hala çıkmadı benim patatesler! Fakat bu hafta domates ve biber fideleri ekeceğim, en azından onlar gözle görünür: ) 
 
Bir analiz okumuştum, kaynağını hatılamıyorum şöyle diyordu. İnsanlar karşısındakileri giydikleri kıyafetlere göre değerlendirir oldular. Kendi gibi olanlarla iyi iletişim kuruyorlar. Karşındakinin kıçında livays, ayağında konvers, üstünde zara, elinde ayfon varsa, şöyle düşünüyormuşsun, tıpkı benim gibi. İlk gençlik yıllarında normal geliyor aslına bu yaklaşım ama yaş bir haddi geçtikten sonra kabul etmiyorum bunu. Bizim gençliğimizde giyim kuşamın yanında bonus sorularımız da olurdu; örneğin ben merak ederdim arkadaşlarımın ne okuduğunu, ne dinlediğini, ne izlediğini. Hey gidi. Varolan mevcut durum tek tipleştiriyor ve yalnızlaştırıyor sanırım.
 
Bunu da yazayım ve kapatayım; İkea için Umut Sarıkaya'nın meşhur bir analizi var bilmem okuyan seven var mıdır Umut Sarıkaya'yı. Şöyle demiştir kendileri : 'İnsanlar evlerine İkea aldığında mutlu oluyorlar, devlet verse ona karşı gelirler. Komünist sistem gibi herkesin evinde İkea var.' Valla da var billa da var, katılmamak mümkün değil.  
 
Ayda iki kez market, haftada bir kez pazar, yılda toplasan en fazla dort kez giyim alışverişi yapan bir kadından çıksa çıksa böyle bir yazı çıkar zaten.  
 
Nasıl bitirelim, tüketim çılgınlığına dahil; Kızım limango'daki son indirimi gördün mü, %65 diyorlar, koş koş, doldur sepetini. Tam beş çift ayakkabı, dört tane de bone aldım. Artık nerede takacaksam o boneleri.
 
Hey yavrum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder